Çok önceleri istemişti Halime benden, “Söz ver, günün birinde benim hikâyemi de yazacaksın,” demişti. Dergilerde çıkan birkaç öykümü görünce beni yazar sananlardan o da…
Boynuz ve Kulak
Oldu bu iş, dedi Hacer. İsmail Halime’den iyisini mi bulacaktı! Emek emek yetiştirmişti o kızını.
Semra ile de tanışıyordu zaten. Çocuklukları aynı mahallede geçmişti. Kapı önünde bez bebek oynadıkları günleri hatırladı. İkisi de çocuk denecek yaşta evlenerek ayrılmıştı o izbe mahalleden. Merkeze, asfalt döşeli yolların kenarında sıralanan asansörlü apartmanlara gelin gitmişlerdi.
Şimdi sıra Halime’deydi. Boynuz kulağı geçmeliydi. O da yapacağı evlilikle bu taşra şehrinden kurtulacak büyük şehirde kendine, çocuklarına daha iyi bir yaşam kuracaktı.
Hacer, o gün Semra geldiğinde sezmişti olacakları. Her ay ev gezmelerinde sık sık görüşüyorlardı ama öyle çat kapı gidip gelme alışkanlıkları yoktu.
Semra karşı apartmanda oturan hala kızını bahane ederek “Yakınlardaydım, sana uğrayıp bir kahveni içeyim dedim.” diyerek girdi içeri. Kahve faslından sonra konuyu açtı.
“Hacer’cim biliyorsun İsmail okulunu bitirdi ama hocası ısrar edince üniversitede kaldı. Anlaşılan dönmeyecek bu oğlan.”
Hacer lafın nereye varacağını anladı. Heyecanlandı.
“Bilirsin ben Halime’yi çok severim. Hanım hanımcık, tam bizim İsmail’e göre. İlkokulda aynı sınıftaydılar, hatırlıyor musun? Öğretmen en ön sıraya oturtmuştu onları. Dün gibi gözümün önünde.”
Hacer sevincini açık etmemeye çalıştı. “Oldu bu iş!” dedi içinden. Halime İsmail’den iyisini mi bulacaktı? Bu taşra şehrinden kurtulur, büyük şehirde profesör karısı olurdu. Osman Bey’in eli zaten hep oğlunun üzerindeydi. Kocaman bir beyaz eşya dükkânı vardı, işleri tıkırındaydı. Oğlan henüz kariyer basamaklarının tepesinde değildi elbet, maaşı kim bilir ne kadardı? Olsun diye düşündü Hacer. Elleri üstünde. Evin tek oğlu ne de olsa…
I
Eve geldiğimde Semra Teyze’yi görünce şaşırdım. Bizimkilerin altın günleri dışında öyle baş başa görüşme adetleri yoktur. Pek bir sıcak davrandı bana. Oysa toplantılarda en mesafeli, hatta en soğuk odur. Sanırım zenginler böyle oluyor. Onun kadar takan takıştıran, her toplantıda ayrı bir kıyafet sergileyen yok.
İsmail de doktoraya başlamış üniversitede. Ne inek çocuktur! Hiç şaşırmadım. İlkokuldayken de öyleydi. Gıcık olurdum. Konuşmazdı bizlerle. Varsa yoksa öğretmene yaranacak. Kafasını ders kitabından kaldırmazdı. Bir çevrene bak mübarek. Yakın gözlüklerini çıkarmasına gerek kalmazdı. Uzağı görmesi gerekmiyordu. Önce sınıfın sonra okulun medar-ı iftiharı oldu. Bayramlarda geldiğinde karşılaşıyoruz bazen. Bir selam ver, hâl hatır sor di mi? Yok, tanımıyor herhâlde.
II
Nerden çıktı bu? Evlenmek isteyen kim? Benim karı kız görecek hâlim mi var? Hem bu yıl tez yazıyorum. Yetiştiremezsem Doğan Hoca canıma okur. Taranacak onlarca kaynak… Tutturdu bizim valide; yok Halime hanım kızmış, yok tam bana göreymiş, zaten arkadaşımmış… İlkokulda aynı sırada oturmuşuz. Hatırlayamadım. Sürekli cır cır konuşan bir tip vardı, o mu acaba? Habire kolonyalanırdı. Getirdiği zeytinli çörekleri dağıtırdı sınıftakilere. Bana da verirdi de almazdım. İğrenç kokardı. Hâlâ zeytin yiyemem. Sınıfı altın gününe çevirirdi kızlar. Sinir olurdum.
III
Duydum, o dört göz oğlana istemişler Halime’yi. Ulan gelsin, göstereceğim gününü ben ona! Burnunun ucunu göremez lan o!Bizim dükkâna gelirlerdi de anası yapardı alışverişi. Torbayı almayı bile akıl edemezdi andaval. Afyon yutmuş gibi dolanırdı pazarda anasının peşi sıra.
Halime’mi o mu mutlu edecekmiş? Kaptırır mıyım hiç? Hele bir gelsin! Göstereceğim sevdiğime göz koymanın ne demek olduğunu ben ona.
IV
Hacer’e dedim; “Hanım, bizim kız büyük şehirde yapamaz.” dedim. Laf dinleyen kim? Kızın başına talih kuşu konmuşmuş, profesör karısı olacakmış. Ne zannediyorsa artık. Büyük şehirde yaşamak kolay mı? Hem hiç sevmem ben o oğlanı. Selamsız sabahsız bir çocuk. Edep âdet bilmez.
V
Erdal başını kaldırıp da bakmadı yüzüme. Hiç konuşmadı. Oysa her hafta peynir almaya gittiğimizde yeni gelen peynirleri, zeytinleri, bal çeşitlerini uzun uzun anlatır, mutlaka bir şeyler tattırırdı bana. İsmail’i duymuş. Anladım.
VI
Halime birkaç hafta ağladı, üzüldü ama sonunda benim lafıma geldi. Kaçmaz bu kısmet. Çok şükür ona yokluk göstermedik, hissettirmedik darda olduğumuz günleri, ama devir değişiyor. Hayat zorlaşıyor. Çoluk çocuğa karışmak kolay mı? Benim gibi ucu ucuna, hesap yaparak mı geçsin ömrü? Rahat etsin benim güzel kızım.
VII
Valideye sözümü geçiremedim. Benden habersiz gidip kız istemek de ne ya? Olur mu hiç? Yok ben çok yoğunmuşum da, zaten söz kesiminde gelecekmişim de… Sözü de bensiz yapaydınız! Tövbe tövbe… Kızın gönlü var mı bende, bir görüşelim, içimiz ısınacak mı birbirimize? Ben bir keresinde “Çok güzel kızç” demişim Halime için. Hatırlamıyorum bile. Nikahta keramet varmış. Kampüste sürünmekten bıkmamış mıyım? Ev bark sahibi olaymışım…
VIII
Anneme diyemedim. “Ben Erdal’ı seviyorum, ölürüm de varmam o suratsız herife!” diyemedim. Günlerce ağladım durdum. Nen var, neden böyle yapıyorsun bile demedi. Sonradan ona çok dua edecekmişim. Dalga geçti Erdal’la. Fark etmiş bakıştığımızı. Yok peynirci çırağı çocuklarım mı olsunmuş, onlar sekiz kardeş değil miymiş, öyle aileye gelin gidilir miymiş… Demediğini bırakmadı.
Nikâh ve Keramet
I
Yine yokmuş önümüzdeki hafta. Konferans varmış. Hangi cehenneme gidecekse… Sen evde otur, çocuklarla ilgilen, gerisine karışma… Şanslıymışım, ekmek elden su gölden yaşıyormuşum. Milletin anası ağlıyormuş karnını doyurabilmek için. Ekmek aslanın midesine inmişmiş. Gezsin bakalım genç asistanıyla, şen kahkahalı Şule’siyle, kazılarda fink atsınlar. Halime nasıl olsa çocukların başında…
Hiç uyuyamadım dün gece. İpek ağladı durdu. Karnı tok, altı temiz, ateşi filan da yok. İsmail misafir odasında yattı yine. Beyimiz sabah erkenden işe gidecekmiş, uyku onun için önemliymiş…
“İstersen sen de gel.” dedi bu sefer. Beni iyi görmüyormuş. Hava değişikliği iyi gelirmiş. Kullandığım ilaçlar kilo yaptı, üstüme olmuyor dolaptakiler, bir bu siyah eşofman üzerimde…. Para bıraktı “Yeni bir şeyler al.” deyip. Ne alışverişe çıkmak istiyor canım ne de bir yere gitmek.
II
Bu sefer çok ısrar ettim gelsin diye. Çocuklara annem bakar, Hayriye Abla da gelir yardıma. Ne güzel otelde kalacağız işte. Bahar havası iyi gelir, yürüyüşlere çıkarız. Üstü başı dökülüyor ama, para bıraktım yeni bir şeyler alsın kendine.
III
Gitmez olaydım o alışveriş merkezine. Erdal’ı gördüm. Evlenmiş. Karısı, bir de dünya güzeli bebek yanında. Hâl hatır sorduk. Sevgiyle baktı gözlerime. Küllendi gözlerinin mavisi. Ya da bana öyle geldi.
Gerisin geri döndüm eve. Ne alışverişi? Olmadı zaten, yakışmadı denediklerim. Gitmek istemiyorum bir yere.
IV
Morali çok bozuk, fazla kilolar canını sıkıyor belli. Hiçbir şey almamış kendine. Gelmek istemiyormuş. Sen bilirsin dedim, varmadım daha fazla üzerine.
Şarap ve Soğuk Su
I
Şule ile aramızda belli belirsiz, kendime itiraf etmekten korktuğum bir yakınlaşma var. Evdeki kasvetli havadan öyle yıldım ki… Onun beni âdeta hayata bağladığını hissediyorum. Birlikteyken dert tasa kalmıyor, hafifliyor hayat.
II
Halime Abla da gelecekti bu sefer. Söz vermişti bana. “Çok bunaldın iki küçük çocukla.” dedim. “Bizim konferanslar keyifli geçer, akşamüzeri birlikte gezer, eğleniriz. Hoca isterse otelde kalıp dinlensin, biz baş başa dağıtırız azıcık…” Kandıramadım.
III
“Bu kızı yalnız bırakmamalı.” dedim İsmet’e. İkinci doğumdan sonra bir hâller oldu. İsmail de… Varsa yoksa kariyer peşinde. Karınla ilgilen azıcık. Öyle antidepresanları alınca hallolmuyor her şey. Ne derdi varmış bir de sen ilgilen. Parasını verip doktora yollamakla olmaz ki!
IV
Hayriye Abla’yı yollamışlar yanıma, sağ olsunlar. Yalnız kalmayaymışım. Çocuklara o bakarmış, ben de azıcık nefes alırmışım.
V
Saat kaçtı telefon çaldığında? Hoca sıçradı yataktan. Akşam şarabı fazla kaçırmışız. Kafam zor kalktı yastıktan.
Telefon öylece kalakaldı elinde. Ne oldu? Ne olmuş? “Kötü bir haber mi var?” dedim.
Halının üzerine yığıldı kaldı. Başından aşağı bir bardak soğuk suyu boca ettim.
VI
Cenazede en çok Erdal Abim mi ağladı, yoksa bana mı öyle geldi bilmem. Gözyaşlarıyla değil elbet. Karısının yanında nasıl koyversin kendini? Ama vallahi İsmail hiç değişmemiş. Kazılardan çıkarttığı heykeller gibi dimdik yürüdü, asistanı dibinde.
Ne güzel fotoğraflar! Nasıl da içten gülümsemişler Erdal’la ilk danslarında? Beyaz da çok yakışmış arkadaşıma.
Elimdeki albümü kapatıp yerine koyuyorum. Halime’nin yaptığı Türk kahvesini içtikten sonra hediyemi bez çantamdan çıkartıp uzatıyorum.
“Dergilerde birkaç öyküm yayımlandı diye sen beni yazar sanma.” diyorum. “Yine de bir şeyler uydurdum.”