Coralie Fargeal’in yazıp yönettiği The Substance / Cevher , bir Amerikan body horror filmidir. Demi Moore, Margaret Qualley ve Dennis Quaid’in rol aldığı film, içselleştirilmiş beden algısının bireyde oluşturduğu tahribata ışık tutar. Demi Moore’un hayat verdiği Elizabeth Sparkle karakteri, kişinin patriyarkal tarafından belirlenen bedensel standartların dışına çıktığında bir vakit kendisini şehvetle alkışlayan ellerin gazabına uğrayarak aynı eller vasıtasıyla alaşağı edilmesini konu edinir.
Debord (2021), Gösteri Toplumu kitabında “gösteri uyuma arzusundan başka bir şey ifade etmeyen, zincire vurulmuş modern toplumun gördüğü kötü bir düştür, gösteri bu uykunun bekçisidir” diyerek bireyin uyma ve uyuma ile bu gösterinin dekoratif bir parçası olarak sahnede yer edinebileceğini belirtmiştir. Elizabeth Sparkle de yıllar boyu standardın ve konforun çizdiği sınırlar dâhilinde yığınların sevgi gösterisi ile kendini var ettikçe bu sahneden indi(rildi)ği vakit yok olacağı düşüncesiyle karşı karşıyadır. Bu noktada tekrardan gösteri toplumuna odaklanmakta fayda vardır. Nitekim Debord (2021), “modern üretim koşullarının hâkim olduğu toplumların tüm yaşamı devasa bir gösteri birikimi olarak görünür, dolaysızca yaşanmış olan her şey yerini bir temsile bırakarak uzaklaşmıştır” ifadeleriyle değersizleş(tiril)meye başlayan özün yeni bir deriyle örtünerek sahnelenebileceğini belirtmiştir.
Yaşadığı yok olma kaygısının fiziksel izleri belirginleştikçe Elizabeth Sparkle, “Kendinin daha iyi bir versiyonu olmayı hayal ettin mi” diyerek bireydeki cevheri ortaya çıkartacak bir madde kullanmaya başlar. Kullanılan bu madde vasıtasıyla birey, aynı ruhun iki zıt bedenini yaratarak var olma gayreti taşır. Elizabeth Sparkle’ın kullandığı maddeden sonra aynı vücuttan vuku bulan Sue’yu, Margaret Qualley canlandırmaktadır. Sue, kadını bir kullanım aracına dönüştüren patriyarkalın hâkim anlayışına uymayan Elizabeth Sparkle’ın aksine genç ve taze bir güzelliğe kaynaklık eder.
Aynı ruhun iki farklı bedeni olan Elizabeth ve Sue var olmak için birbirlerine ihtiyaç duyarlar. Safa (2017) da Yalnızız kitabında “Aydınlık- karanlık… Arasındaki sayısız zıtlıklar da mâlum. Bu zıtların, mevcut olmak için, birbirine muhtaç oldukları da anlaşılmıştır.” diyerek bütünlüğe ulaşmak için zıtlıkların birbirini yok etmekten öte var etmeye çalışmaları gerektiğine değinmiştir. Bu doğrultuda her iki beden de sağlıklı bir ilerleme kat etmek adına dengeleme denilen kan alışverişinde bulunup birbirlerinin beslenmelerine dikkat etmeleri gerekir.
Öte yandan burada belirtilen aynı ruhun iki farklı bedeni, Jung’un analitik yaklaşımını akla getirmektedir. Nitekim Jung (2006), psişenin (ruh) zıt kutuplar barındırdığını ve bireyin nihai hedef olan dengeyi gözetleyip bütünleşmeye odaklanması gerektiğini belirtmiştir. Filmde de maddenin kullanım aşamasında iki bedenin de aslında yekpare olduğuna dair belirtilen ifadeler, bütünlüğe yapılan vurgular olarak değerlendirilmelidir. Ancak bu bütünlüğün oluşması için bireyin kabullenme boyutuna ulaşması gerekir. Kabullenmeyle birlikte bireyin, küflendiğini düşündüğü ve çürümeye yüz tutmuş tarafını sarıp onun ihtiyaçları doğrultusunda ilerlemesi bütünlüğün esas ilkesidir. Bu noktada belirtilen kabullenme, Jung’un (2006) kavramsallaştırdığı “gölge”nin (ruhta istenmeyen yapıların) onaylanmasıyla bireyin bütünlüğe ulaşması mümkündür.
Patriyarkalın çizdiği sınırların dışına çıktığı için bugüne kadar gördüğü sevgiden bihaber olmaya başlayan Elizabeth, kullandığı maddeyle ortaya çıkan cevher olan Sue’nun arzulanan taraf, kendi var olan bedenin ise kaçınılan taraf olduğunu kabul etmektedir. Bu kabullenişle başlayan serüven, Sue’nun bencilce tavırlar takınıp Elizabeth’in yerine geçmeyi arzulamasıyla çatışmaya dönüşmektedir. Nitekim daim olan bireyin gelip geçici iki zıt hâli olan gençlik ve yaşlılık arasındaki çatışma, bireyi bütünlükten ayrışıp yerleşik oldukları bedeni tahrip etmeye kadar götürmektedir.
Aynı ruhtan olmalarına rağmen Sue, Elizabeth için var olduğunu unutarak kendi merkezli bir yaşam benimsemeye başlamaktadır. Sue’nin takındığı bu tavır Jung’un (2006) tabiriyle psişinin dengesini bozup ruhun bölünmesine zemin hazırlar. Dengeden uzaklaşan bütünün parçaları birbirlerine karşı yabancılaşıp acımasızlaşır. Nitekim Sue, kan alışverişiyle dengenin sağlanmasından kaçınıp Elizabeth’in çürümesine göz yumarken bu durum Elizabeth’i kızdırıp içsel bir öfke geliştirmesine sebebiyet verir. Kullandığı maddeyi bırakmaya çalışsa da bir yandan gösteri toplumunda sahneden çıkıp uyanmaya korkmakta diğer yanda ise bağrından çıkan cevherin bencilliklerinden ötürü çürümeye başlamasına kızar.
Ancak aynı ruhun iki zıt parçaları olan Sue ve Elizabeth harlanan bu çatışmada birbirini yok etmeye çalışırken kendilerini yok ettiklerini anladıklarında film, vermek istediği mesajla parlak fikirler oluşturmaktan ziyade mide bulandıran sahnelerle sonlanmaktaydı. Sürekli sergilenme durumuna itilen bireyin/kadının maruz kaldığı düşünsel dönüşüme ışık tutan Coralie Fargeal, yırtıcı bir etobur olan patriayarkalın bireyi özkıyıma nasıl sürüklediğini göstermektedir. Nitekim bu özkıyımdan önce dekoratifleştirilen birey, bir cevher olarak reyonlarda ikametgâh etmektedir. Ancak “kendi başına bulunan, değişmeyen, değerli” olarak tanımlanan cevher, film boyunca muhafaza edilmeye çalışılan patriyarkalın çizdiği sınırlar dâhilinde olan güzellik algısıdır. Zamana karşı sürekli ötelemeye ve kullanma tarihiyle tutunmaya çalışılan güzellik algısı bireyi değişimden ziyade fosilleşmeye iter. Öne doğru kaldırılan kavisli burunlar, gerdirilmiş yüz hatları ile geçmişin izlerine meydan okuyan mimiksiz suratlar ve damıtılmış silikonlar…
Coralie Fargeal da bu etkileyici filmiyle bireyin varoluşun nirengi noktalarından biri olan değişime hatta yokluğa kendini hazır edip var oluşun getirdiği yeniliklere hâllenmesine değinmektedir. Yönetmen her ne kadar verdiği mesajı etkili bir şekilde sunsa da body horror’un ötesine geçip bireyde oluşacak ana fikrin yerini tiksinç bir mide bulantısı almaktadır. Belki de oluşturulmaya çalışılan bu tiksinme hâli, gösteri toplumunda bireye/ kadına biçilen transparan kaftana karşı geliştirilen iğrenmenin yansımasıdır.
Kaynakça
Debord, G. (2021). Gösteri toplumu (A. Ekmekçi ve O. Taşkent Çev.), Ayrıntı Yayınları (Orijinal yayın tarihi 1967).
Jung, C. G. (2006). Analitik psikoloji (E. Gürol, Çev.), Payel Yayınevi (Orijinal yayın tarihi 1997).
Safa, P. (2017). Yalnızız (1. Bsm), Beta Yayıncılık.