Kocaman dişlerinden vazgeçmiş kurtların
ve kendi ormanından kovulmuş aslanların gölgesinde,
kuruluyor oturmaksızın bir kediler sofrası.
ölümlere her şeyden önce ekmeğin içi gidiyor
tuzun ruhu bembeyaz bir çarşaflıkta
yediğimiz haram lokmalar,
bizi bu binbir köşeli masaya buyur edenlerin
kanından akıyor her renkten biraz – hep biraz daha.
Dünya gözüyle göremediğimiz şehirlerin nesli tükeniyor her gün
artık basit bir hayale yetişmek için bile çok geç.
hayvanlar sığamıyor yok etmeyi unuttuğumuz metrekarelere
insanoğlundan kaçabilmek için tek yol ölmek
ve geride bırakmak
sadece bir parça yiyebildiğin ağaç dalını.
Henüz iki saat önce doğmuş bir kanguru
hiç ateş görmemiş, etrafında yanan şeyi annesi zannediyor.
zannediyor ki yaşamak;
küçücük bir zaman diliminde, canını acıtan ve ıstıraplı bir şey.
Aslında
yirmi birinci yüzyıldan itibaren her ömür, yangından farksız.
dünya bir anne kangurunun cebi
birbirimize attığımız nefret dolu bakışlar
küresel ısınmadan çok daha tehlikeli.
İsimleri uydurulmuş milyar yıllık toprakların
birbirine bağlandıkça var olduğunu reddeder vatanseverler.
şahsi çıkar ordularıyla kuşatılmış dünyadan bihaberken
unutulan son sürat yaklaşan kıyamet
ve geri getiremeyeceğimiz yıllar var evrensel.
Erguvanlar söküp, bulutsuzluğa kadar diktiğimiz dört duvarlarda
sevmekten ve sevişmekten hiç korkmuyoruz.
yaşamayı çok güzel becerebiliyormuşuz gibi,
yok ettiğimiz dünya için
ölü çocuklar doğuruyoruz.