“Git söyle babana!” diyor. “Çorbasını koydum.”
Köşesinde gazete okuyan babama sesleniyorum salonun kapısından. Gözlüğünü çıkartıp sehpaya koyuyor. Gazetesini öylece olduğu gibi katlayıp bırakıyor rengi solmuş kadife koltuğa.
“Annen gelmiyor mu?” diye soruyor kaşığı ağzına götürürken.
Kavga ettiniz ya bu sabah. Unuttu mu? “Yok.” diyorum. “Tokmuş o.”
Boş ver der gibi elini sallıyor.
“Turşu yok mu bu çorbanın yanına?”
“Bilmem.”
“Git sor bakalım.”
Annem dikiş odasında makine başında… Beni zor duyuyor. “Yok turşu murşu ona!” diyor. “Zıkkımın kökünü yesin. Çorbaya dua etsin.”
“Kalmamış.” diyorum. Babam suratını ekşitiyor.
Sofrayı topluyorum. Ekmeği kutuya koyarken görüyorum turşu kavanozunu.
Babam sesleniyor salondan. “Bir kahve yap da içelim!”
“Dokunuyor sana baba.” diyorum. “Akşam akşam…”
Tuzsuz kabak çekirdeğini çitlerken haberlere göz atıyor televizyonda. Boşanma oranları artmış. “Şimdiki gençler çok sabırsız.” diyor. “Bak bize? Gül gibi geçinip gidiyoruz.”
Annem mutfaktan usulca çayını alıp dikiş odasına doğru seğirtirken “Ihlamur kaynattım.” diye fısıldıyor.
Ben içmem ki ıhlamur. Unuttu mu?