Duymuş muydunuz bilmem, Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi’nin içinde bir müze var.
Ben de İstanbul’daki sıra dışı müzeler gezisinde keşfettim burayı.
Müzede; Cumhuriyet döneminde imzalanmış hastane kararname belgeleri, 1934 yılında ilk beyin cerrahisi ameliyatının Dr. Hami Dilek tarafından gerçekleştirildiği, ameliyat defteri, Ord. Prof. Dr. Mazhar Osman’ın – hastanenin ilk ismi – kitapları ve stajyerleri ile fotoğrafları, kullanılan deli gömlekleri ve kemerleri, ilaç ham maddelerinin saklandığı şişeler , beyne elektroşok vermek için kullanılan EKT cihazı, reçeteler, hasta kayıt defteri ve o yıllara tanıklık eden daha pek çok nesne var.
Benim en çok ilgimi çeken, hastanenin kurulduğu, “İç Bahçe” adı verilen alanın dört bin metre uzunluğundaki Çin Seddi gibi çevrili duvarları ile 1950 yılında Başhekim Fahri Celal Göktulga tarafından binanın önüne yerleştirilen “Düşünen Adam” heykeli oldu.
O gün; heykelin karşısına geçip kafamda demlendirdiğim Isabelle Adjani ile Gerard Depardieu’nun oynadığı, Camille Claudel adlı filmden dağınık sahneleri gözümün önünde toparlamaya çalıştım.
Küçücük yaşlarından itibaren ıslak çamura, buz gibi mermere sıcacık elleri ve sevgi dolu ruhuyla dokunan Camille‘in; çocukluk yılları ile ailesiydi aklıma ilk gelenler.
Her eline aldığı malzemeden farklı insanlar, karakterler çıkarıyordu.
Varlıklı bir ailenin mensubu olan annesi, kızının sanatla ilgilenmesini hiç bir zaman onaylamıyordu. Abla da aynı fikirdeydi.
Annesinin; ‘“Bu kızı hak edecek ne yaptım ben!’’ sorgulamalarına karşılık bankacı olan babası, maddi, manevi hep destekliyordu küçük kızını. Erkek kardeşi Paul ise, zaten can yoldaşıydı. Camille, böylece daha baştan kadınları karşısına alarak hayata eksik başlamıştı.
Efsane heykeltıraş Auguste Rodin’in atölyesinde işe başlaması, onun çırağı, modeli, etkileyici kişiliği ile gözdesi olmasıyla, babası ailesini Paris’e taşıdı.
Sonra Rodin‘in gölgesinde, deha seviyesinde yetenekli, yaratıcı gençlik yılları geldi gözlerimin önüne.
Sevgili olduklarında elleri titremeyen cellat gibi, doğru darbelerle ve aşkla aynı anda çekici demire vurarak mermeri yontuyorlardı.
Çıkan sesler ne kadar korkunç olsa da, sonuç; gerçek et gibi duran kaslı heykelleriydi.
Çığlık çığlığa aşkla titreyen yürekleri ise, mermerden heykellerine en kutsal varlıkları olan hislerini katıyordu. Bazen haksızlığa karşı ağızdan çıkan boğuk bir haykırış… Bazen; zorlanmış kas figürleri… Bazen de aşktan bitap yere düşmüş, savunmasız, utanmış bir kadın vücudunun duruşu ile yüzdeki darmadağın olmuş düşüncelerin, muazzam savrulan biçimli saçlar ile birbirlerine uzanması, eserlerine attıkları imzalarıydı.
Rodin ‘in “Cehennemin Kapıları“ adlı en ünlü eserinde, büyük bir kısmının sevgilisi Camille tarafından yapıldığı söylentileri, sanat çevrelerinde hızla yayılmaya başlamıştı.
Bütün dünyayı, her şeyi ve tüm kadınları isteme tutkusu da artınca; yaşadığı çağın efsanesi olan Rodin, efsanenin de kölesi olmaya başlar.
Ne yirmi yıllık hayat arkadaşı Rose’den,ne tutkulu aşkı Camille’ den ne de çok kadınlı hayatından bir türlü kopabilir.
Camille’in bütün bedenine, tek erkeğinin Rodin olması isteği yayılır. Tutkusu, kadınlık egosu ve gençliği ile şiddetle, sadece bunu arzular.
Rose’nin her şart altında Rodin’in yanında beton gibi durup, hiç bir zaman ondan vazgeçmemesi tabii ki ilişkilerini yıpratır. Bütün bunlar, Camille’in Rodin tutkusunu takıntıya dönüştürmeye başlar.
Rodin’e sahip olamadıkça ondan nefret etmeye, nefret ettikçe hayatı kendine zindan edip usul usul ruhunun hastalanmasına neden olur.
Hayatında her zaman fazla yer işgal eden büyük aşkının, “Ben ne istiyorsam, onu yapmalısın. Bütün fikirlerin için benden onay almalısın. Sakın kendini benimle kıyaslama, sen üçüncü sınıf bir heykeltıraşsın. Her şeyin kökü benden, sen hiçbir şeysin ” sözlerinin tekrarı ile Camille, atölyesinde inzivaya çekilmeye başlar.
Yaşadığı büyük aşkın coşkusuyla mermeri bile hizaya sokan zarif elleri, aşk acısıyla boş duvarları yumruklarken “Sen bir heykeltıraşsın Rodin, heykel değilsin. Ben sana sertliğimi verdim, sen de karşılığında içindeki boşluğu verdin, ölüm döşeğinde bile tereddüt edeceksin!” diye haykırır. Hayatının aşkı, acımasız düşmanı ve rakibi olmaya başlar.
1906 yılında, bir gece geçirdiği sinir krizi sonucu, eline aldığı balyozla bütün heykellerini kırıp döker, paramparça eder, devirir, duvarlara fırlatır. Yorgun düşen bedeniyle de enkazın yanına kıvrılıp yatar.
Akıl sağlığını iyice kaybettiği gerekçesiyle annesi, ablası ve biricik aşkının hünerleri ile Paris’te bir tımarhaneye resmen tıkılır. Akıl hastanesinde, kendi hayat hikayesini yontmak istese de, heykel yapmasına hiçbir zaman izin verilmez. Hastanede geçirdiği yıllarda, babasının ölümü bile kendisine bildirilmez.
Bir zaman sonra, ailesinin yanına dönmek istediğini doktorlarına iletir Camille. Onlar da bu isteği uygun bulup, ailesine mektup yazmalarına rağmen cevap bile alamayınca, “Bu kadar yalnız kalmak için ne yaptım?” der.
Kardeşi Paul’e gönderdiği bir mektupta; “Kurtların kemirdiği lahana gibiyim şimdi…Yeni filizlenen her yaprağımı büyük bir oburlukla mideye indiriyorlar. Bilmiyorum, kaç yıl oldu buraya kapatılalı, ama tüm hayatım boyunca ürettiğim eserlere sahip çıktıktan sonra şimdi de kendilerinin hak ettikleri hapishane hayatını bana yaşatıyorlar… Bütün bunlar Rodin şeytanının başının altından çıkıyor…’’diye yazar.
O gün, Bakırköy Akıl Hastanesi’nin bahçesinde, Düşünen Adam – Le Penseur – heykelinin yaratıcısı Auguste Rodin’i, eserlerini üretirken yeteneğinden ve varlığından büyük ilham aldığı, ancak hiç edilen akıbetle hayatını tüketen Camille Claudel’i ve 1953 yılında bir dergide heykelin fotoğrafını gören Başhekim Göktulga’yı yad ettim.
Başhekim, Düşünen Adam heykelinin yapımı için orada yatan hastalardan heykeltıraş Kemal Künmat’a ricada bulunmuş. Bakırköy’deki taş ocaklarının birinden çıkartılan devasa kaya, askeri birliklerin de yardımıyla bugünkü heykelin durduğu yere getirilmiş.
Düşünen Adam’ı yontmaya başlayan Künmat, heykelin bitmesine az bir zaman kala, “Ben bu kadar emek harcıyorum, paramı isterim.” demeye başlamış.
Dönemin başhekim yardımcısı olan Faruk Bayülkem; Künmat’ın, Düşünen Adam için kırk bin lira istemesi üzerine, başhekim maaşının dört yüz lira olduğu o günlerde, heykel ödeneği de olmadığı için Künmat’ın talebi geri çevirmiş.
Bunun üzerine yerli “Rodin”, heykelin elini çenesine koyduğu kolunu yapmadan eserini yarım bırakmış.
Başhekim Göktulga, Künmat’ın hastaneden çekip gitmemesi için ikna edilmek üzere yardımcısı Bayülkem’i görevlendirmiş. Künmat’a para verilmemiş ama özel odalarda yatırılmış. Ancak; Bakırköylü Rodin, emeğinin karşılığını alamayınca heykeli öylece bırakarak gitmiş. Heykel, altı ay boyunca kolsuz kalmış.
Hastane yönetimi kara kara düşünürken depresyon tedavisi için hastaneye yatan Yüzbaşı Mehmet Pişdar, heykelin kolunu tamamlayabileceğini söylemiş.
Bayülkem, heykelin diğer yerlerini bozmasından korktuğu Yüzbaşı’ya başka bir kaya parçası vererek bir kol yapmasını istemiş. Yüzbaşı güzel bir kol yapınca, Düşünen Adam yeni ustasına havale edilmiş.
Hastane yönetimi “Heykeli tamamlarsan taburcu olacaksın.” diye vaatte de bulununca o da kabul etmiş. Yüzbaşı, heykeli tamamladıktan sonra gerçekten taburcu edilmiş.
O dönemde, heykelden çok gazetecileri bir düşünce almış. Neden düşünen adam heykeli dikildiği sorgulanmaya başlanmış.
Bayülkem gülerek gazetecilere, “Hastane dışındaki kişilerin durumu içeridekilerden daha kötü. Bu heykel onların durumu ne olacak diye düşünüyor.” yanıtını vermiş.