Tolstoy hem Rus edebiyatında hem de Dünya edebiyatında üst düzey eserleri ve güçlü kalemiyle ün salarak en başarılı yazarlar arasına girmiştir. Fakat bu mükemmelliğini aile hayatına pek de yansıtamamıştır. Bilinenin aksine Lev’in (tam adı ile Lev Nikolayeviç Tolstoy) mutlu görünen aile hayatı, yazdığı kitaplara taş çıkaracak bir kitap olmaya layık trajediler ile doludur.
Lev, 30’lu yaşlarının küsuratlarına varmasına rağmen henüz evli değildi, çünkü ünlü şairin kadınlardan yana pek yüzü gülmüyordu. Arkadaşının kızı olan Lisa’nın her ne kadar ona uygun olabileceğini düşünse de Lisa ile duygusal bir bağ kuramadığından, Lisa’nın kardeşi Sofya ile evlenmeye karar verdi. Sofya da Lev’in bu isteğini geri çevirmeyerek kabul etti.
Lev, eşi olacak olan Sofya’ya düğün hediyesi olarak günlüğünü verdi. Bu hediye, belki de Lev ve geçmiş takıntısı olan Sofya’nın ilişkilerinde sürekli karşılaşacakları sorunların zeminini hazırlamıştı. Lev’in günlüğünü okuyan genç kız, Lev ile evlenme isteğinden vazgeçse de annesinin zorla ikna etmesi üzerine kendi düğününe ağlayarak gelmişti. Sofya, günlüğüne şunu yazmıştı, “Onun tüm geçmişi benim için o kadar korkunç ki onunla asla anlaşamayacak gibi hissediyorum. Beni her öptüğünde şunu düşünüyorum, bu, onun ilk öpücüğü değil. Ben, bu gibi olayları hayal gücümde canlandırmıştım, o ise canlı ve güzel kadınlarla canlandırmıştı.” Sofya, kocasının geçmiş yaşamını asla kabullenemiyordu… Lev’in geçmişi, Tolstoy ailesi için kırmızı bir çizgi olarak kalacaktı. Bunlarla baş ederek ve bunlara zaman zaman göz yumarak bu ilişki sürecekti.
Lev ile Sofya inişli çıkışlı da olsa ilişkilerini sürdürmeye devam ettiler. O zamanlar 5 çocuğu olan ve sonradan Lev ile 13 çocuğu olacak olan Sofya, altıncı çocuğunu doğurduktan sonra doktorlar onun bir daha çocuk doğurmasını kesin olarak yasakladı. Bunu duyduğunda öfkelenen Lev, bu sözleri hiçbir şekilde aldırış etmedi. Ancak bu kısıtlamayı kesin bir tavırla ileri süren doktorlar, kesinlikle yanılmıyorlardı. Çünkü bu olaydan kısa bir sürü sonra doğan Peter, ardından Nikolay, Varvara ve Aleksey yaşamlarını daha bebekken yitirdiler. Ardından ise son çocukları, çok zor bir doğumla dünyaya geldi. Sofya, günlüğünde bu olaydan şöyle bahsetmiştir, “İki saat boyunca şuursuzca çığlık attım. Levciğim ve dadı hıçkıra hıçkıra ağlamaktaydı. Oğlum doğdu. Levciğim onu kucağına aldı ve öptü. Bu görülmemiş bir mucize!” En küçük çocuk olan Vanya, tüm kardeşlerinden daha çok sevildi ama pek sağlıksız geçen hayatına 7 yaşında veda etti. Lev bu olayı şöyle yazmıştı, “Sevgili Vanyacığım akşam saat 11’ de öldü. Tanrım, ben yaşıyorum!” Bu trajik olaylar silsilesinden sonra zaten pek sağlıklı olmayan bu ilişki, hızla daha da kötü bir hâl almaya başlamıştı. Bu olaylar sonrasında Lev’in yaşadığı psikolojik sorunlar, sadece kendisini değil, kendisi gibi zaten zor dönemler geçiren eşi Sofya’yı da fazlasıyla etkilemişti.
Lev, her zaman karmakarışık bir insandı. Sofya, Lev hakkında “Kırk yıldır evli olmamıza rağmen onu çözemedim.” demiştir. Lev yaşlılığında emek, kardeşlik, barış gibi düşüncelere yakınlaşmıştı. Hatta öyle ki, Lev tüm varlığını köylülere dağıtmak istemiş ve eserler üzerindeki telif hakkından da vazgeçmişti. Sofya tüm bu olanlara karşı çıkıyordu. Bir zamanlar kocasının geçmiş yaşamını kabullenemeyen Sofya, şimdi ise kocasının yeni yaşamını da kabullenemiyordu!
Zaman ilerledikçe evdeki bu korkunç olaylar daha da beter hâller almaya başladı, Sofya kansere yakalanmıştı! Acil bir ameliyat ile Sofya’nın hayatının kurtulabileceğini söyleyen doktorlara, Lev tam bir cevap vermiyor, olumlu veya olumsuz bir yorum yapmıyor, adeta ameliyatı aldırış etmiyordu. Kızları Aleksandra şu cümlelerle anlatmıştı o günleri, “Annem büyük bir sabır ve saygıyla hastalığına katlandı. Çok büyük acılar çekmesine rağmen şikayet etmedi, kadere isyan etmedi, hiçbir şey istemeden herkese teşekkür etti ve sevgi dolu cümleler söyledi.” Bir süre sonra ameliyatın gerçekleşmesi üzerine karar alındı, başarılı geçen ameliyatın ardından Sofya, artık bu kanser kistinden kurtulmuştu. Lev’in bu vurdumduymaz tavırlarını açıklamak gerekirse şunu söylemek isterim, Tolstoy için ölüm bir felaket demek değildi. Ölüm, bir insanı ortaya çıkarmanın yollarından biriydi onun için.
Evdeki bu felaketler daha da kötüleşerek devam ediyordu. Lev, karısının onu anlamadığı ve isteklerini karşılamadığı düşünceleri ile acı çekiyordu ve Sofya da depresyondaydı. Tolstoy ailesinin o günlerde ne kadar depresif bir durumda olduğunu anlamak için, Sofya’nın günlüğünde 1910 yılının temmuz ayına ithafen yazılmış olan bir kesite bakmamız oldukça açıklayıcı olacaktır, “Oldukça hastaydım ve bu yüzden umutsuzluk içindeydim. Balkonda çıplak tahtaların üzerinde uzandım… Lev Nikolayeviç dışarı çıktı, hareket ettiğimi duydu ve oturduğu yerden bana bağırmaya başladı, uykusunu bozduğumu, gitmemi söyledi. Ben de bahçeye çıktım ve ince kıyafetlerimle iki saat boyunca nemli zeminde yattım. Çok üşümüştüm ama ölmek için çok istekli ve arzuluydum”
Lev gizli bir vasiyetname imzalayarak eserlerinin telif hakkını kızı Aleksandra ve arkadaşı Chertkov’a devretti. Bu olay Sofya’yı oldukça kızdırmıştı. Ve Lev bu olaylardan sonra artık evden kaçmaya karar verdi, çünkü daha fazla böyle bir ortamda kalamazdı. Bu kaçış yolculuğu 82 yaşındaki Lev için ağır bir yolculuk olmalıydı, çünkü yolda çok kötü hissederek Astapovo istasyonunda trenden indi. Lev amansız bir zatürreye yakalanmıştı! Artık ölümün eşiğinde olan Lev, bu ölüm döşeğinde bile karısını görmek istememişti. Lev’in oğlu olan Sergei babası yaşamını yitirirken onun yanındaydı ve Lev’in son anlarını bize şöyle aktarmıştır, “O sırada fark etmeden babamın ölüme yaklaştığını anladığını duydum. Gözleri kapalı yatıyordu ve ara sıra, sağlığı yerindeyken onu heyecanlandıran bir şey düşündüğünde sık sık yaptığı gibi, düşüncelerinden tek tek kelimeler döküyordu, ‘Kötü iş, senin kötü işin…’ dedi ve sonra ‘İyi, iyi.’ Sonra birdenbire gözlerini açıp yukarı baktı ve yüksek sesle şöyle dedi, ‘Masha! Masha!’ Omurgamdan aşağı bir ürperti geçti. Kız kardeşim Masha’nın ölümünü hatırladığını fark ettim.” Ve dünyaca ünlü yazar Lev Nikolayeviç Tolstoy, 82 yaşında arkasında onlarca roman, yüzlerce masal ve gözü yaşlı bir aile bırakarak hayata gözlerini yumdu.
İşte bu da büyük yazarın sevgili karısına son mektubu idi:
Bırakın geri dönmemi, artık buluşmamız bile imkânsız. Herkesin söylediği gibi, bu senin için oldukça zararlı olurdu, ama benim için korkunç olurdu, çünkü şimdi benim bu durumum; senin tedirginliğin, kızgınlığın ve hastalıklı durumun sonucunda, eğer mümkün olsaydı, daha da kötüleşecekti. Yaşananları kabullenmeni, şimdilik yeni yerine yerleşmeni ve her şeyden önce iyileşmeni öneriyorum.
Eğer beni sevmiyorsan ama benden nefret de etmiyorsan, en azından kendini benim yerime koymalısın. Bunu yaparsan sadece beni kınamakla kalmayacak, aynı zamanda o huzuru, bir tür insan yaşamı olasılığında bulmama yardım etmeye çalışacak, kendin için bir çabayla bana yardım edeceksin ve sen de şimdi geri dönmemi istemeyeceksin. Şu anki ruh halin, intihar arzun ve girişimlerin, her şeyden çok kendi üzerindeki hakimiyetini kaybettiğini gösteriyor, geri dönmemi düşünülemez hâle getiriyor. Sana yakın olan tüm insanları, beni ve en önemlisi kendini yaşadığın acılardan, senden başka kimse kurtaramaz. Tüm enerjini, isteklerini elde etmeye değil; geri dönüşüme, kendine, ruhunu sakinleştirmeye yönlendirmeye çalış, o zaman istediğini elde edeceksin.
Shamardin ve Optina’da iki gün geçirdim ve ayrılıyorum. Yolda bir mektup göndereceğim. Nereye gittiğimi sana söylemiyorum çünkü bu ayrılığın hem senin için hem de kendim için gerekli olduğunu görüyorum. Seni sevmediğim için gittiğimi düşünme. Seni seviyorum ve sana tüm kalbimle acıyorum, ama yaptığımdan başka türlüsünü yapamam. Mektubunun samimi olduğunu biliyorum ancak dileklerini yerine getirecek gücün yok. Ve mesele benim isteklerimi ve taleplerimi yerine getirmek ile ilgili değil; sadece senin soğukkanlılığın, sakinliğin ve hayata karşı makul tavrın ile ilgili. Sen böyle bir hâldeyken sana dönmek, benim için hayattan vazgeçmek demektir. Ve bunu yapmaya hakkımın olduğunu düşünmüyorum. Hoşça kal Sevgili Sofya, Tanrı yardımcın olsun. Hayat bir şaka değildir ve onu kendi özgür irademizle terk etmeye hakkımız olmadığı gibi, onu zamanın uzunluğuyla ölçmek de akıllıca değildir. Belki de yaşamak için kalan aylarımız, yaşadığımız tüm yıllardan daha önemlidir ve onları iyi yaşamalıyız.*
*Not: Yazının son kısmında yer alan mektubu Rusçadan Türkçeye kendim çevirdim.