“Kadın yazar var mıdır?” sorusuna bir programda denk gelmiştim. Bana çok gereksiz göründü. Zira kişiyi var eden onca kimlik (memleketi, dini, ekonomik sınfı, meseleği vb) varken toplumun hepimize biçtiği cinsiyet rolleri nasıl göz ardı edebilirdi ki? Konuşmayı dinledikçe tartışmanın ekseni kendini belli etti. Kalemi güçlü olan kadın yazar, “kadın” yazar olmadığını, sadece iyi yada kötü yazarın olduğunu söylemişti. Tabii o raddeye gelmek için öncelikle yazarlık eşiğinin geçilmesi gerektiğini de belirtmişti.
Bu yorum bana önce mantıksız gelmedi. Yazarların diğer kimlikleri de sadece kitap ararken işe yarayan bir faktör. Mesela Rus yazarlar diye bir kategori var sonuçta ama bu sadece konuyu daraltmak için basit bir filtreden ibaret. Tolstoy’u Tolstoy yapan onun Rus yada zengin olması değil. “Kurada” Rusya çıkmış, o kadar. Sonuçta savaşı gören zengin Rus aristokrat bir tek Tolstoy değildi, ama bir tek o “Tolstoy” oldu. Yaşadığı atmosferi atlamamak kaydıyla aslında bir yazarı yazar yapan kendisinden başka bir şey değildir. Yazdıklarına göre iyi yada kötü demek de okuyanların damak tadına kalan bir şey.
İyi de kesin ifadeyle yoktur demek bütün olguyu yok saymak değil midir? Öyleyse bu paradoksun içinden nasıl çıkacağız? Bir de bu meselenin tarafı değilken erkek olarak üzerine konuşmaya ne kadar hakkım var derseniz? Cevap basit: Herhangi bir şey hakkında düşünmeye ne kadar hakkımız varsa-şükür ki bu sonsuz- onu ifade etmeye de o kadar hakkımız var. Ve benim kanaatim insanlara akıl vermektense onları oldukları gibi kabul etmek. Yani tarafı olmadığım bu tartışmada kim nasıl diyorsa o öyleydir. Tıpkı sadece Kont Tolstoy’un “Tolstoy” olması gibi .Bana hiç kızmayın! Ben siyaset bilimi okudum (ki bunun Rusça aktarmalı Çerkescesi Politolog’tur. Siyasetbilimciden kulağa daha hoş gelmektedir.), kafam böyle çalışır. Mesela Kuzey Kıbrıs var mıdır yok mudur? Tanıyan devletler için var, tanımayanlar için yoktur.
“Aynı yerde-aynı zamanda bir şeyden iki tane olur mu?” demeyin, lütfen… Çünkü yaşadığımız yer aslında gördüğümüz dünyadan fazlası. Bizim anlamlarla yarattığımız bir dünya. Bu yüzden onu sabit (pozitif) bilim mantığına oturma zorunluluğumuz yok. Birimizin özgürlüğü diğeriyle mutlaka kesişmek zorunda değil. Zaten hayatı çerçevelere sıkıştırmak çatışmaları tetikleyen önemli bir etken. Bırakalım insanlar kendilerini diledikleri gibi inşa etsinler ki hayat keyfiyle devam etsin. Alman şifrelerini Almanca bilmeyen bir İngiliz matemetikçinin kırdığını unutmamak gerek, tabii dünyaya sırf kar-zarar diye bakıyorsak. Öyle bakmıyorsak ne ala, herkesin kendi hayatını kendi şekillendirmesi bir cennet tasviri değil de nedir? Gökyüzü ne kadar benimse bir o kadar da senin, onun, ötekinin…