Kayıp

 Gök, yüzünü bir ressam gibi boyuyor bir kez daha. Günün mavisine gecenin karanlığı damlıyor. Ortaya çıkan bu lacivertte kadim bir telaş gizli. Bu saatlerde bulutlar daha da savruk yüzüyor, kuşlar daha bir heyecanla ötüşüyor. Tüm yaşam bir an evvel geceye hazırlanmak istiyor. Kimi yuvasından ayrılarak kimisi de yuvasına dönerek… Karlar gibi bembeyaz, ay kadar parlak tüyleriyle Pamuk da pencere pervazında oturmuş, işten dönen sahibini beklerken dışardaki kuşları seyrediyor. Hep bu saatlerde yediği için canı yaş mama çekiyor. Onun da bu küçük yuvada kendine göre bir ritmi, düşkün olduğu alışkanlıkları var. Bu yüzden bir kulağı kapıdan gelecek anahtar sesinde. Son günlerde bu tatlı yuvasında alışılmışın dışında bir hareketlilik fark etmesine rağmen umursamamaya çalışıyor. Mesela sahibi sevdiği tüm oyuncakları toplayıp bazı kutulara doldursa da o oynayacak yeni şeyler bulabiliyor. Nihayet beklediği sesi duyup yerinden çevik bir hareketle zıplıyor, çabuk adımlarla kapının önüne geliyor. Sahibi kapıyı açıp içeri girerken Pamuk talepkâr bir tonda miyavlamaya başlıyor. Sahibi başını okşuyor, anahtarlarını masanın üzerine bırakıp buzdolabını açıyor. Pamuk’un çok sevdiği mamayı kabına döküp, hep yemek yediği köşeye doğru yürüyor. O yürürken Pamuk ayaklarına sürünüyor, sürünürken gırlıyor. Sahibi tekrar başını okşayıp onu “trafom benim” diye seviyor. Sahibi de yemeğini yedikten sonra birlikte salondaki koltuğa uzanıyorlar, Pamuk onun kucağında yalanıyor. Son günlerde sahibinin ruhunda olan değişimi bugün daha bir güçlü seziyor. Bu hem büyük bir mutluluk hem derin bir hüzün… Birlikte uzanırlarken sahibi stresli bir şekilde telefonuyla ilgileniyor, bu sırada Pamuk’a hüzünlü gözlerle bakıyor. Pamuk oynamak için sahibinin ayaklarını yavaşça ısırıyor ama istediği ilgiyi bulamıyor. Bu aygıtta ne bulurlar hiç anlamaz. Biraz daha oynamayı denedikten sonra yine reddedilince vazgeçiyor. Halının üstüne inerek yere uzanıyor. O sırada telefon çalıyor, sahibi şaşırarak garip sesler çıkarıyor. Telaşlı bir şekilde koltuktan kalkıp ayakta konuşmaya devam ediyor. Sesi git gide yükseliyor, yükseliyor ve birden aleti elinden koltuğa fırlatıyor. Gözleri ıslanmış, dudakları titreyerek Pamuk’a bakıyor. Pamuk kendisiyle oynamasa da bu görüntüsüne dayanamıyor sahibinin. Üzülüyor ve affediyor onu. Teselli etmek için yanına gidiyor, yine ayaklarına sürünerek miyavlıyor. Bu hareketi sahibini daha fazla üzüyor. Hıçkıra hıçkıra ağlayarak sarılıyor Pamuk’a. Yatak odasında her zaman birlikte yattıkları yatak artık olmadığından salondaki koltuğa yatıp uyuyakalıyorlar.

 Ertesi gün eve Pamuk’un hiç tanımadığı insanlar giriyor. Sahibinin günlerdir kutuladığı şeyleri alıp götürüyorlar. Pamuk bu adamlarla oynamak istiyor. Kutuların aralarına saklanıp korkutuyor gelenleri. Ama nedense sahibi Pamuk’u boş bir odaya kapatıyor. Önce kapıya yaslanıp miyavlıyor, kapı açılmayınca çaresizce pencereye hoplayıp dışarıyı seyrediyor. Kutuların bir kamyona yüklendiğini görüyor. Kamyon hareket ettiğinde sahibi kapısını açıyor odanın. Hızla dışarı koşturuyor Pamuk. Kendi oyuncaklarının bulunduğu bir kutu ve dışarıya çıkarken içine girdiği çanta dışında evin tamamen bomboş olduğunu görüyor. Alışmadığı bir şey bu. Derken sahibi de evden ayrılıyor. Pamuk da sıkılıp artık halısız olan yere uzanıyor. Bu halini hiç sevmiyor evin ama yine de uyumayı başarıyor. Uyandığında havanın aynı telaşlı lacivertte olduğunu fark ediyor. Yaş mama için heyecanlanıyor. Sahibi eve dönünce miyavlıyor yine.  Yaş mamayı cebinden çıkarıyor bu kez ve her zamanki köşeye değil de dışarı çıkarken kullandığı çantanın içine koyuyor nedense. Pamuk umursamıyor bu değişikliği, çantanın içine girip mamasını yemeye başlıyor. Sahibi kapısını kapatıp kaldırıyor çantayı. Önce daireden dışarı çıkıyor ve merdivenlerden iniyor. Sonra da dış kapıdan çıkıyor. Soğuk rüzgâr çantanın deliklerinin arasından Pamuk’un tüylerini yalıyor. Dışarıdaki gürültü biraz korkutsa da onu, o sahibine güveniyor. Birlikte yürüyorlar biraz. Hava lacivertten siyaha dönerken bir parka varıyorlar. Orada başka kedileri de görüyor. Onlardan ürküp iyice kutunun içine çekiliyor. Parkın köşesine geldiklerinde sahibi çantayı bir duvarın dibine bırakıyor. Kapısını açıyor Pamuk’un. Kendi çantasından bir kap ve kuru mama çıkarıp önüne koyuyor. Pamuk hiç aç değil. Ne olduğunu anlamaya çalışıyor. Sahibinin yabancılaşan ruhunu ilk kez bu kadar sahi bir şekilde fark ediyor. Bu yeni yabancı ruh ve bu yeni yabani mekân çok korkutuyor Pamuk’u. Tüyleri kabarıyor, kulakları geriye çekiliyor, gözleri şaşkınlıkla kocaman oluyor. Pamuk bilmese de sahibi başını son kez okşuyor. Üzgün ve yaşlı gözlerle bir şeyler mırıldanıyor. Ondan uzaklaşmaya başlıyor hızla. Sanki Pamuk’u bir daha görmek istemiyor gibi ardına hiç bakmadan uzaklaşıyor. Birkaç adım atıyor ardından sahibinin, sonra donakalıyor. Karanlıkta uzun ağaçların arasında sahibi gitgide ufalıyor. Bir köşeyi dönüp kayboluyor. Pamuk kabarık tüyleriyle etrafına bakınıyor, tüm bu olanlardan bir mana çıkarmak istercesine. Şimdi duyduğu tüm sesler, tüm yüzler ona çok vahşi geliyor. Gök tamamen karanlığa gömülürken, o iyice üşümeye başlıyor.

Yorum bırakın