Milan Kundera’nın İzinde Bir Yaşam Ustalığı: Yavaşlık

 Milan Kundera’nın 1995’te yayımlanan ünlü romanı Yavaşlık‘ı okurken bir yandan romanın içindeki çerçeve hikâyelerin peşine takılıyor, bir yandan da kurmacanın (fiction) dışına çıkıp bir anlatı metniyle karşı karşıya kalıp sarmalanıyorsunuz. Kundera’ya ait özgün düşünce ve kavramlar, yüzyıllar öncesinin aşk hikâyeleri üzerinden, bazen de bugünün politik meselelerinden, sorunlarından okunmayı bekliyor. Kundera’nın imgeleminin altında daima felsefî kavramlar var, onların da altında çok ciddi teklifler. “Yavaşlık”ta da bunları derinden ve “yavaş yavaş” hissetmemek imkansız.

 Romanın birçok zihinsel katmanı içinde en öne çıkanı romana adını da veren “yavaşlık” kavramı kuşkusuz. Elbette bu kavram, zıddıyla ele alınarak adeta slalomlar hâlinde buluşuyor okuyucunun dimağıyla. Romanın, hatta Kundera’nın en ikonik ifadelerinden olan şu pasaja bakalım, üzerine çok da bir şey söylemek gerekmiyor:

 Yavaşlık ile anımsama, hız ile unutma arasında gizli bir ilişki vardır. Gözümüzün önüne en sıradan bir durum getirelim: Bir adam sokakta yürüyor. Birden bir şey anımsamak istiyor, ama anı uzaklaşıyor. O anda, kendiliğinden yürüyüşünü yavaşlatıyor. Buna karşılık, az önce yaşadığı kötü bir olayı unutmaya çalışan insan, hâlâ çok yakınında olan zamanda, sanki bulunduğu yerden uzaklaşmak istiyormuş gibi elinde olmadan yürüyüşünü hızlandırır. Varoluşun matematiğinde bu deneyim iki temel denklem biçimine girer: Yavaşlığın derecesi anının yoğunluğuyla doğru orantılıdır; hızın derecesi unutmanın yoğunluğuyla doğru orantılıdır.

Kundera, Vivant Denon’a ait olduğu sanılan No Tomorrow adlı öykü ile ve Choderlos de Lacros’dan Tehlikeli İlişkiler’i birbiri içine geçiriyor roman boyunca. Anlatıcı, iki farklı hikâye ile şimdiyi bir araya getirerek zihninin salınmasına imkân veriyor yavaşlıkla hız arasında, yavaşlığa yakın durarak.

 No Tomorrow’dan Madame de T.’nin sevgilisiyle olan ilişkisini kocasından saklamak için genç ve yakışıklı bir şövalyeyle geçirdiği tek gecelik aşk macerasını anımsarken yavaşlığı cinsellik üzerinden ele alıyor Kundera. Yuvarlak bir kadın bedeni yavaşlığın simgesi oluyor, kadın ise yavaşlığın başlatıcısı ve yürütücüsü. Roman, bu bağlamda da dikkat çekici bir önermeye sahip. Yavaşlığın tadının farkında olan daha ziyade kadınlar mıdır? Nitekim anlatıcının karısı Vera’nın ağzından daha romanın girişinde şu sözleri duyuyoruz: “Fransa’da her elli dakikada bir insan ölüyor yollarda. Şunlara bak, hepsi deli bunların, nasıl sürüyorlar. Sokak ortasında yaşlı bir kadını soyarlarken gıkları çıkmayan, tedbiri elden bırakmayan insanlar bunlar. Direksiyona geçince korku morku vız geliyor, unutuyorlar, nasıl oluyor bu?”

  Hız eleştirisini yapan kadına, konuşmanın devamında anlatıcı eşlik ediyor: “Teknik devriminin insana armağan ettiği bir esrime biçimidir hız. Motosiklet sürücüsünün tersine, koşucu, kendi bedeninin varlığını her zaman duyumsar, ilaç ampullerini, soluk durumunu hiç aklından çıkarmamak zorundadır; gövdesinin ağırlığını ve yaşını hisseder koşarken, kendi kendinin ve yaşamının zamanının her zamankinden daha fazla bilincindedir. İnsan hız yeteneğini bir makineye devredince her şey değişir: Artık kendi gövdesi oyunun dışındadır ve bir hıza teslim eder kendini, cisimsiz, maddesiz bir hıza, katıksız hıza, hızın hızlığına, esrime hıza.”

 “Bir geciktirim, kesinsizliği uzatma sanatı, esrime ve coşum durumunda olabildiğince uzun kalma sanatı” aslında yaşam. Bir oyun gibi, dans gibi… Fakat sanki iki yüzyıl öncesinden kalan o aşk oyunları gibi, artık aramızdan çekildi. Bu yüzden yavaşlığa bir övgüdür bu roman.

 Kundera’nın ifade ettiği gibi gerçekten, “Nerede kaldı o eski aylaklar?”, “Tanrı’nın pencerelerini seyredenler”? Modern zamanda cinsellik dahil her şey sonuç odaklı ve olabildiğince “pratik” yaşanmıyor mu? “Yavaşlığın keyfi neden yitip gitti böyle? Halk türkülerinin tembel kahramanları neredeler?” “Sürücünün yanında bir kadın var; adam kadına neden gülünç bir şeyler anlatmıyor acaba? Elini niçin onun dizine koymuyor?”

 Aylaklık ve yavaşlık bir yaşam ustalığıdır belki de, ne dersiniz?

Yorum bırakın