Görünmez Şeytanlar

 “Kirlilik en çok fakirleri etkiliyor, halbuki fakirler kirliliğe iyi hayat koşulları olanlardan daha az sebebiyet veriyor.” Bir hafta içinde hava kirliliğinden ölen insan sayısının, Hindistan ile Pakistan arasındaki çatışmalarda ölen insan sayısından fazla olduğunu söyleyen muhabirin, belgeseli belki de en iyi özetleyen cümlesi.

 Çöp dağının tepesinde, hayatta kalmalarına yardım edecek herhangi bir şey arayan insanlar. Aynı yığının ortasında, açlıktan çöp poşeti kemiren hayvanlar. Öyle bir adaletsizlik, öyle bir eşitsizlik…

 İnsanın nefesini kesen, günlük hayatını felce uğratan bir sıcak. Asla beklenen zamanda gelmeyen, geldiğinde ise beraberinde bir salgınla gelen yağmur. İnsanların ölümüne sebep olacak kadar kirli bir hava. Yanından dahi geçmek istemeyeceğiniz kadar pis nehirler. Tüm bu kaosun içinde hayatta kalmaya çalışan insanlar. Bütün bu olup bitenin geçtiği yer bir film seti değil. Yapay zekanın hayatımıza çoktan girdiği yirmi birinci yüzyıl dünyasında, bir ülkenin otuz milyon nüfusluk bir şehri, Delhi. İklim krizinin insan eli ile felakete dönüştüğü yer. Rahul Jain, memleketindeki bu korkunç manzarayı çarpıcı bir şekilde aktarıyor. Kamera, son otuz yılda girişilen kalkınmanın kime yaradığını soran vatandaşların arasında sessizce dolaşıyor. Duygu sömürüsü yapmadan, yalnızca olanı göstererek. Siz de onu, bu kargaşanın içinde aynı sessizlikle takip ediyorsunuz. Bazen gözünüzü kırpmadan bazen de boğazınızda bir düğümle. Bu yüzyılda böyle bir yaşamın varlığına inanmak gelmiyor içinizden. Kendileri için neden hiçbir şey yapılmadığını soran insanlara cevap veremiyorsunuz. Zaten kimseden beklemeden kendileri veriyor bu haksızlığın cevabını. Biz fakiriz, diyorlar. Klimaların bile sadece zenginleri serinlettiği bu yerdeki fakirlik, başka yerdekine benzemiyor. Bir bardak içme suyu bile lüks! Buradaki herhangi bir insandan her şeyini isteyebilirsiniz. Bir bardak su hariç! Çünkü o su için, işlerini güçlerini bırakıp günlerce su tankının gelmesini bekliyorlar. Bizim henüz ne kadar büyük bir nimet olduğunu anlamadığımız için musluklardan şarıl şarıl akarken seyrettiğimiz su.

 Tüm dünyayı etkileyen böylesi bir olayda bile yine en çok etkilenen, toplumun en alt tabakası olarak görülen grup oluyor. Bu düzen hiçbir yerde değişmiyor, değiştirilmiyor!

 Delhi’de iklim krizi kapıda değil. Kapıyı, pencereyi kırarak bölgeye kâbus gibi çökmüş bile. Milyonlarca insan, bizim uzak bir gelecekte yaşanacağını düşündüğümüz felaketin tam ortasında. Yetmiş dakika boyunca gözünüzü kırpmadan izlediğiniz bir hayatta kalma savaşı bu. Acilen bir şeyler yapılması gerek, diyorsunuz. Ama sizin bunu demeniz hiçbir şeyi değiştirmiyor. Bir şeyleri değiştirebilecek insanlar ise bu felakete gözlerini kapamış görünüyor. Peki ya Tanrı? Delhi’de küçük bir kesim ondan umudunu kesmiş görünse de çoğunluk yine ona sığınıyor. Kokusuna dahi tahammül edilemeyeceği belli olan nehirlerin içinde, dua etmek için dizlerine kadar suya batmış insanları görmek ürkütücü. Mikrop yuvası nehir suyunu yüzlerine ve vücutlarına sürerek tanrılarına yakarıyorlar. Bu saatten sonra tek umutları, seslerini duyacak herhangi bir tanrı.

Yorum bırakın