Matematiğin Dil Bilgisel Felsefesi

 “Bu dersler yalnızca sana iyi geliyor bana değil. İhtiyacım olan şeyi bu okul veremez bana, o yüzden eğlenmeme bakıyorum.” diye feveran etmişti Seda. O zamana kadar okullara hiç bir ihtiyaçmış gözüyle bakmadığımı fark etmiştim. Ben öyle gelip gidiyordum okula, evet derslerimi çok seviyordum, başarılı olmak benim yıldızımı parlatan şeydi. Ancak hiç bize verilen bu derslere neden ihtiyacımız var demedim. İlla ki siz de hayatınız da bir kere şu soruyu sormuşsunuzdur veyahut soran birilerini duymuşsunuzdur: “Ya hocam, bu matematik(ya da işte her neyse) bizim hayatımızda ne işe yarayacak?”

 Cidden, ben matematikten ne öğrenmiştim? Coğrafya bana nereyi göstermişti, tarih bana neyi anlatmıştı? Fiziken mümkün olanların sınırları benim sınırlarımla ne kadar çakışıyordu? Ya da dil bilgisi bana ne katmıştı? O yaşlardayken bu soruları cevaplamak güçtü. Misal şimdi geriye dönüp baktığımda, dil bilgisine ait şu bilgiyi hatırlıyorum: i harfinin sahip olduğu fonetik, bulunduğu kelime ve cümlelerin zihinde daha hoş bir nüans bırakmasını sağlıyormuş. İ harfinin yoğunlukta olduğu şarkıları daha çabuk ezberliyoruz mesela, ya da hatırlamayı en çok istediğimiz bulguların çoğu i harfiyle başlıyor. İlah gibi, irade, inanç, istek, iman ve hatta İslam… Bunu ilk kavradığımda bir ampul yanmıştı kafamda aydınlanmıştım ama bu dilimizin sahip olduğu tatlı bir tesadüften ibarettir diye düşündüm. Ancak düşünmeye devam ettim, derinlere daldım, karanlıklara… Fark ettim ki tesadüf dediğimiz şey aslında sallantı da olan fikirlerimizi bağladığımız bir kelimeden ibaretmiş. Aslında tesadüf, tesadüfî bir atamaymış. Şöyle düşünün, size bunu en iyi anlatacak örnek kelime herhalde, insan olacaktır. İnsana ait birçok gerçeklik de i harfiyle başlamaktadır. İhtiras gibi misal, ya da ihanet veyahut intikam, nihai sona yaklaşan bir intihar… Hepsi insana dair…

 Matematik mesela, birçoğumuzun korkulu rüyasıdır değil mi? Nefret ederiz sayılardan, karmakarışık denklemlerden, mantığı olmayan mantık sorularından, problemlerden. Tam anlamaya başladığınız anlarda da bir x faktörü girer araya, anlaşılan sayıların yerini harfler almaya başlar. İçerisinde sayılar olmayan denklemleri çözmenizi isterler sizden. Tabi siz onun yabancı bir kelime değil de bir denklem olduğunu daha yeni idrak etmişsinizdir. Bir de öyle illet bir derstir ki neredeyse eğitim sürecinizin başından sonuna kadar peşinizden gelir.

 Galiba sorun da bu, yani eğer biz onu en başından beri ardımızda sürüklediğimiz bir şeymiş gibi imgelemesek matematik bu kadar yük olmayacak sırtımıza. Hatta şöyle bir durup düşünelim tekrar, fark edeceğiz ki konular ilerledikçe matematik kolaylaşır. Bu çok genel bir tabir oldu biliyorum, ama bu benim fikrim. Önce dört işlemle başladığımız serüven, sonraları problemlere, trigonometriye, türevlere ve integrale evrilmiştir. İntegral dediğimiz şey, belli bir aralıktaki toplamı ister sizden, türev ise farkı. Trigonometri üçgenlerin açılarla oranını anlatır, problemler de dört işlemin karmasını. Bu saydıklarımdan hangisi zor diye sorsam, hepimizin cevabı kişisel kalacaktır. Ama size bir şey söyleyeyim mi, matematik de ki en zor sorulardan biri bu saydıklarım arasında değil. Bunlar başlangıcın evrilmiş hâli sadece.  1+1 kaç eder, dediğimde hiç düşünmeden 2 dersiniz. Matematiğin ayakları dört işlem temeline dayanır. Bu dört işlemi başlatan o zincir, yani 1+1’in 2 olduğunun kanıtlayabilmek için 300’den fazla sayfaya ihtiyacınız olacaktır. Bu sayfaların sonunda ancak kanıtlanabilirse işlem zinciri anlamlanacaktır.

 Lafı çok eveleyip geveledim biliyorum ama demek istediğim şu ki ben derslerimi sadece başarılı olabilmek için dinlemişim. Matematiğin, bugün yaşadığımız o büyük sorunların sebebinin, aslında sadece bir kanıtlanma çabasından ibaret olduğunu fark edememişim mesela.  Her milletin kendi dilini nasıl kendine yonttuğunu, dile bilgisini verenin yine insanın kendisi olduğunu hiç görememişim. Fiziğin yasaları varsa hayatın da değişmez kuralları var dememişim kendi kendime. Kapalıymış gözlerim de görememişim gerçekleri. O zamanlarda ezbere öğrendiklerimi şimdilerde ancak kanıksayabiliyorum. Pozitif bilimler, felsefe, edebiyat hepsi yaşadığımız bu şeye anlam katabilmek, sorularımızı biraz olsun cevaplandırabilmek içindi… Asıl soru şuydu: Cevaplar ne kadar tatmin ediciydi?

Yorum bırakın