Pencere

 Uyanır uyanmaz “Pencereyi aç!” diye seslendi. Hiçbir şey olmadı. Başucundaki kırmızı düğmeye bastı. Tuhaf! Düğme de mi çalışmıyor? İyi de neredeyse her gün, tüm gün açık olan şu pencere nasıl olur da açılmaz ki?

 Söylediklerine göre bir kaç konteyner ötedeki üretim merkezinde oluşturulmuştu. Her “üretilen” gibi 18 yaşında kendi konteynerine nakledilmişti. Ve 20 yıldır her gün baktığı pencere artık yoktu. 

 Öyleyse 20 adımlık bu konteynerde nasıl yaşanırdı ki? 

 “Kim bilir şu an kimler neler yapıyor? Kim hangi manzaraya bakıyor?” diye düşünüp kendisini çok rahatsız hissetti birden. 

 Sinirle elini uzatıp aylardır dokunmadığı mavi kuşa sarıldı. “Çok saçma bu da ne böyle? Sizin pencereniz açık mı?” diye bir mesaj bıraktı. “Kuşu sal!” komutunu verdi. Ama mavi kuş da tepki vermiyor, çalışmıyordu. Kocaman siyah bir X gördü mavi kuşun iki gözünde de… Kuş ölmüş olabilir miydi? Hiç ölen bir şey görmemişti. Yani filmler dışında. Yoksa o hep filmlerde bahsedilen nükleer savaş mı başlamıştı? Çok korktu. Bu filmleri izlediğinde hissettiği korku hissinden çok daha fazlaydı bu seferki. Ensesinden soğuk terler döküldü. Nefes alamıyordu sanki. Oksijen göstergesinde derece tam ve yeterli görünüyordu oysa… Hızlı hızlı nefes alıp verdi. Sonra nefesini kontrol etmeye çalıştı…

 Bir filmde izlemişti, ölümcül olduğu söylenen bir virüs sokaklarda yayılıyor diye tüm üretilmişleri kendisininkinden daha ilkel görünen odalarına kapatmışlar, birkaç ay odada kalan üretilmişler çıldırmıştı. Sonra toplu ölümlere rağmen odadan kaçan insanlara şaşkınlıkla bakmıştı. “Deli misiniz be, dışarıda işiniz bitiyor madem kalsanıza odada!” diye filmi kapatıp başkasına geçmişti. 

 Birden neler düşünüyorum böyle diye kendini toparladı. O sırada konteynırın dışında gittikçe yükselen uğultular duymaya başladı. Diğerleri odalarından çıkmışlar mıydı yani? Ama nasıl olur? Hem bunun tek yolu vardı. Kırmızı kapıdaki Çıkış tuşuna basmak. Ama geriye dönüşü yok diye öğretilmişti. Şimdiye kadar hiç çıkış tuşuna basmayı düşünmemişti. Basınca ne olduğunu da bilmiyordu. Odadan çıkarsa ne olduğuna bir bakıp geri gelebilir miydi acaba? Bir yandan şu dışarıda koşanların sayısının arttığını duyuyordu. 

 Küçük ama her türlü ihtiyacına cevap veren, hep sıcak ve lezzetli yemek tadındaki kutulara ulaşabildiği, günde bir bardak aldığı ve vücudunun tüm vitamin-mineral ihtiyacını karşılayan süper sıvıya ulaştığı konteynerini çok seviyordu. Özellikle deniz denilen  ve içinde yüzebildiği VR küveti çok seviyordu, değişik okyanusları seçip deniz canlılarını görme şansı vardı. Bu anne rahmi gibi rahat konteynırından çıkmayı hiç bir zaman düşünmemişti bile. Ama Pencere vardı o zaman. Şimdi hatırladı. Sahi ya! Pencere ile Mavi Kuş yokken kimseyle konuşamazdı ki. Tek başına olduğunu hissetti. Esirler ile ilgili bir film izlemişti. Esaret böyle bir şey miydi? İyi de Pencere varken neden bunun farkına varamamıştı. Kafasında çılgınca dönüp duran düşüncelerin gürültüsünden korktu ve telaşla Çıkış’a bastı.. 

 Gözü kör edecek kadar parlak ve inanılmaz bir ışığa çıktı. Önünde milyonlarca “üretilmiş” bu ışığa doğru hipnotize bir şekilde yürüyordu. Tüm bedenini kaplayan bir huzur hissetti. Pencere’den daha güzel bir histi bu. Yürüdükçe hafifledi. Ve yürümeye devam etti…

Yorum bırakın