Pop art, geleneklere meydan okuyan ve küresel kültürel algıları yeniden şekillendiren güçlü bir sanat hareketiydi. Dünyada kalıcı bir miras bıraktı; yüksek ve düşük kültür arasındaki boşluğu kapattı ve sanatsal ifadenin sınırlarını yeniden tanımladı. Pop art’ın özünü kavramak için önce anlamını anlamamız gerekir. Pop art, popüler kültürü kucaklar ve günlük nesneleri, reklamları ve medya imgelerini sanat eserlerine dâhil eder. Geleneksel sanat kavramlarına meydan okur; yüksek ve düşük kültür arasındaki çizgileri bulanıklaştırır.
20.yüzyılın ikinci yarısında sanatta büyük gelişmeler oldu. Pop sanatı, Amerika ve İngiltere’de aynı zamanda, ancak birbirinden bağımsız olarak ortaya çıktı. Londra’da pop sanat akımı (Pop art)nın yüzeye çıkıp adım atmasından yıllar önce, kitle iletişim araçlarının keşfedilmesiyle bu akım hareketi için gerekli entelektüel ortam hazırlanmıştı. Ancak Amerika, bu imgelerin asıl kaynağıydı Bu kaynakla iyice beslenmiş olan Amerikalı sanatçılar, 19. yüzyıldan gelen güçlü bir doğacı resim geleneğine sahip olmanın da sağladığı avantajla, İngiltere’dekine benzer bir hazırlık devresine gereksinme duymamışlardı.
Pop sözcüğü, sanat etkinliklerinde geniş bir alanı kapsar. Bu sayısız etkinliklerin paylaştıkları ortak yönler kitle iletişim imgelerine dayanmaları ve bazen de aynı yaratma sürecinden geçmeleridir. Pop isminin tutunmasının nedeni, televizyon, radyo, gazete gibi kitle iletişim araçlarına ilgiyi çekmesidir. Bu kitle iletişim araçları başka hiçbir sanat akımında görülmemiş bir katılımla, Pop Art adlı bu hareketin gelişmesine destek olmuşlardır. Çünkü Pop Art biraz savaşçı olduğu kadar eğlendiriciydi de.
1950’den sonra Londra sanat okullarında yeni bir akım dikkat çekmeye başlar. İnsanın özel durumlarıyla ilgili konuları, dış dünya bağlamında yorumlayan Francıs Bacon’un yapıtlarının genç sanatçıları etkilediği görülmektedir. Sanatta günlük yaşama yeniden dönüş isteğinin bu sanatçıları çok yakından ilgilendirdiği izlenmektedir. TV, reklam, çizgi film, sinema vb. iletişim araçlarının çağdaş gerçekliğinin bilincine varan genç ressamlar, eğer istedikleri gerçekten yaşamın içine dalmaksa, ifade aracı olarak kitle iletişiminde kullanılan klişeleri ve imgeleri kullanmaları gerektiğine karar vermişlerdir. 1950’li yılların sonlarına doğru ortaya çıkan İngiliz ve Amerikan kültüründen kaynaklanan Pop art, adını o güne değin sanatın konusu olmamış sıradan ve popüler nesneleri betimlemesine borçludur. ABD’den Roy Lıchtensteın, Andy Warhol,Claes Oldenburg, İngiltere’den Davıd Hockney ve Peter Blakes gibi sanatçılar, yapıtlarında, popüler kültürün çağdaş yaşam üzerinde güçlü etkiler yaratan tüm yönlerini betimlemişler; özellikle 1960’lı yıllarda Tv, resimli roman, sinema dergileri ve her türlü reklamdan yararlanılarak geliştirdikleri ikonografiyi nesnel bir bakış açısıyla ve özellikle vurguluyarak sunmuşlardır. Belirli bir toplumsal olguyu yansıttığı ve kolay anlaşılır simgeleri kullandığı için hemen kabul edilen ve kültürel bir olgu haline gelen Pop Art’ın oluşmasında Dadacılığın da büyük rolü vardır.
Roy Lichtenstein. Modern art Poster. 1967. Screenprint, composition: 8 x 10 7/8″ (20.3 x 27.6 cm); sheet: 8 x 10 7/8″ (20.3 x 27.6 cm). Ruth Vollmer Bequest
Amerikan Pop sanatının etkinlik alanı İngiltereye oranla daha genişti. Kitle iletişim araçlarındaki (televizyon,radyo,gazeteler ve dergiler) imgelerin uyandırdığı çekiciliği ,en belirgin yoldan yapıtlarında kullanan sanatcılar, Roy Lınchtenstein ve Andy Warhol’dur. Lınchtenstein, resimli dergilerin görsel dilini ,konularını ve tekniklerini; Warhol ise her yerde karşımıza çıkan ve ısrarla yinelenen özellikleriyle reklamcılığı ele almışlardır. Sanatçılara özgü kararları ve yetenekleri bu malzemeleri kopya etmede kuşkusuz rol oynamıştır. Bu iki sanatçı yapıtlarının niteliğini , Ressam sonrası Soyutlama (Post Painterly Abstraction) akımına benzeyen birtakım zarif eğilimlerine borçludur. Özellikle Warhol’un bazı yapıtları Ellsworth Kelly’nin dikkatle düzenlenmiş örnekleriyle kıyaslanabilir Lınchtenstein bazı yapıtları ise geleneksel tarihi resmin anıtsal özelliklerini olduğu kadar Japon baskılarının da az ve öz ifade biçimlerini anımsatır. Her iki ressamda ticari sanat denemeleri yapmışlar ve kendilerine özgü grafik düzenleme kaynaklarını 1960-61 yıllarında kitle iletişim araçlarında bulmuşlardır.
İngiltere’de Pop art sanatının gelişiminin birinci evresi, Richard Hamilton’un kişiliğinin egemen olduğu dönemdir. 1921 yılında Londra’da doğmuş olan Richard Hamilton 1955’de Çağdaş Sanatlar Enstitüsü’nde konusu “İnsan, Makine ve Devinim” olan bir fotoğraf sergisi düzenler. Bir yıl sonra, White Chapel Gallery’de “Thıs is Tomorrow” konulu bir gösteri çerçevesinde Mc Hale ve John Voelcker ile bir panayır tasarımı yaratır. Bu tasarımın ilginç yönlerinden biri de dış mimaride cephelerin kitle iletişim araçlarından alınmış resimlerle kaplanmasıdır. Buna paralel olarak Hamilton’da bir kolaj sergilemiştir Sonradan çok ünlü olacak bu kolajın adı “Bugün evlerimizi böylesine farklı ve çakici kılan nedir?”dir. Bu yapıt tüketim toplumunun gerçek bir envanteridir ve Pop Sanat’ın kapsadığı tüm konuları içermektedir. Pop sözcüğü yapıtın içinde çok belirgin olarak yer almaktadır, Fetiş nesnelerin yapıtta böylesi yığılması bir eleştiriden çok, çağdaş insanın gerçeğini ve doğal olarak aynı zamanda sanatçının gerçeğini oluşturan imgelerin betimlenmesidir. 1960’larda Pop Sanat, Op Sanat ve Yeni Gerçekçilik gibi akımlarla ortaya çıkan “resimsel olmayan” (non-pictural) bu tavrın, 1960 sonrası sanat eğilimlerine egemen olduğu ve bu dönem sanatında belirleyici rol oynadığı açıkça görülmektedir.
1930’da Georgia’da doğan Jasper Johns yapılan her tablonun betimlenen konu ile olan ilişkisini sorgulayarak 1950’li yıllarda soyut dışavurumculuğun krizini atlatmaya çalışmıştır. Amerikan Pop Sanatçıları, Jasper Johns ve Robert Rauschenberg’den etkilenmişler ama bu sanatçıların yapıtlarında, az da olsa bulunan anlatımcı ve bir oranda şiirsel yönü tümden bırakmışlardır. Bunlar Soyut Lirizm’i bireyci tavrından tam anlamıyla kopabilmek için fırça vuruşlarında kişiliksizleşmeye gitmişler, her yüzeyi aynı tarzda ele almışlar ve malzemenin etkisinden kaçınmışlardır. Ortak bir imge dili kullanmalarına karşın her pop sanatçının yapıtı diğerinden farklıdır. Warhol, Lichtenstein, Rosenquist, Wesselmann, Oldenburg gibi sanatçılar ortak bir üslupta birleşmezler yalnızca çevreye karşı ortak bir bakış açısını paylaşırlar.
1923 New York doğumlu Roy Lichtenstein’ın yapıtlarının özelliği tabloların yüzeyinin matbaacılıkta kullanılan küçük noktacıklardan oluşan bir ağla, trampla kaplanmasıdır. Çizgi romanlardan seçtiği bir kesiti alarak onu büyüten Lichtenstein güncel ve popüler konu, olay ve kahramanları büyük bir yalınlık içinde sunar. Bir Antik Çağ tapınağını ya da Picasso’nun bir resmini, kendine özgü tekniğini kullanarak onu çizgi roman dili ve bağlamı içinde yeniden oluşturur, yani bir anlamda “popülarize” eder. Yapıtlarında tram kullanarak anonim etki arayan, tabloda taşan büyük biçimlere, kesin kalın çizgi ve geniş renk alanlarına yer veren sanatçı bu tavrıyla “postpictural” sanatçılara bağlanabilir. Lichtenstein’ın tablolarının yanı sıra resimleriyle aynı üslupta üç boyutlu çalışmaları ve takı tasarımları vardır.
Tom Wesselmann, 1960’dan başlayarak çıplak kadın figürünü kesin çizgilerle çevrelenmiş düz ve canlı renklerle boyanmış iç mekânlarda çok nesnel bir yaklaşımla ele alır. Wesselmann’ın çıplakları Amerikan kadınını, içinde yaşadıkları mekanlar ve eşyalar ise tipik özellikleriyle orta sınıf Amerikan beğenisini yansıtır. Dolayısıyla bu resimler popüler kültürün toplumsal ve psikolojik boyutta yansıtıldığı örneklerdir.
Anlaşılıyor ki Johanna Drucker gibi ateşli bir taraftarının irdelediği böyle bir estetik rejimde Clement Greenberg’ın yetmiş-seksen yıl sonra ortaya attığı avangard/kitsch karşıtlığını aramak abestir. “Cultural studies” girişimin muhalif bir hareket anlayışından türeyen “popüler kültür” ile estetik modernizm arasındaki bir çatışmadan söz etmek de anlamsızdır. Zaten Kıtsch’i ve popüler kültürü modernizmin reddettiği fenomenler olarak kavramlaştıran sonra da onları kendine mal eden, postmodernist teorilerdir. Ne var ki 1990’lar sanatının pragmatizmi, postmodernist eleştirelliği de siler. Nihayetinde ise “her şey kitsch, her şey poptur.”
Warhol, Andy John Lennon, 1986,Silkscreen, Provenance: Private Collection, New York.
Andy Warhol’un 1959-1960’ta reklamcılıktan sanata geçmeye karar verdiğinde diğer pop sanatçılarda bulunan kültür birikiminden yoksun olduğu, ancak kısa sürede bu açığı kapattığı söylenmektedir. Başlangıçda çizgi film kahramanları çizen sanatçı, konunun güncel kitle kültüründen alınmış olmasına karşın, bu erken yapıtlarında kullandığı boya akıtmalarıyla soyut dışavurumculuğa bağlanabilecek bir özellik göstermektedir.1961-1962’de, resimlerindeki bu yön tamamen kaybolan sanatçının, konularını yalnızca gazetelerden seçtiği görülür. Bundan Sonra Warhol’un Brillo Campbell kutuları, Coca Cola şişeleri gibi gündelik yaşamı ve tüketim toplumunu yansıtan konulara yöneldiği ve bunları seri röprodüksiyonlar halinde gerçekleştirdiği izlenmektedir. İmgenin ,büyük ve adeta kutsal bir anlatım gücüne sahip olduğu bir toplumda Warhol, bu imgenin tablosunu da bir anlamda “yüceltmek” istemiştir. Hem uyguladığı teknik hem de çok sayıda görüntünün yan yana kullanılması sanatçının içinden çıktığı reklamcılık dünyasına ait bir anlatım, bir tanıtım özelliğidir. Yapıtlarında endüstriyel serigrafi tekniği kullanan Warhol bu alanda uzmanlaşmış kişilerle çalışmıştır. Böylesi bir işbirliği bir yandan, sanatçı ve yapıtı arasına bir mesafe koyarken, öte yandan yapıtın oluşumunda diğer kişilerin katkısına yer vermiştir. Böylelikle Warhol Sanatsal yaratı ile maddesel üretimi birbirinden ayırmış olur ki onun bu tavrı kavramsal sanat düşüncesinin habercisi olarak değerlendirebilir.