Nazım’a
dal gibi kurur vakti gelince dil de
hatta ölebilir
dağların son dişi tavşanı gibi
karnında solan yeni insanlarıyla
soluk soluğa
malumunuzdur
küçücük farelerin geceleri büyüyen sesleri
yiter gündüzün renginde
fareleri kavaldan çıkarınca geriye köy kalmaz çocuklar
kedilerin huysuzluğu kalır, sıkkın canları kalır geriye
yapraklar düşerken korkmaz mı sanırsın ey şaşkın
ellerim yüklü
seni şimdi tokatlamayacağım
ellerime ağır ahlar sindi
yüzün sürebileceğim denli
değil kıymetli
ben ki bir şairim
bunu söylemenin vakti geldi artık
dışı siyah beyaz
siz gibi
içi pavyon kırmızısı
şair sönebilir vakti gelince
hatta ölebilir
en ucuz renksiz mumdur şair
halk bilinen kaba yığına incelik eriyen ömrübillah
anlamı yalnızca anlamak isteyene açık
özdür şair
halkının gizilinde
emek kokulu terimin üstüne kaynar antlar içerim ki
şiirse tanrının lisanıdır
tanrı söyledikçe, söylendikçe, gülüp eğlendikçe
hatta kükreyip hizaya çektikçe
yaşayacaktır şiir
damarlarımdaki kan kadar deli ve gür
yeter ki var olsun tanrı, şiir var olsun
yansın cayır cayır
siz üşümeyin diye tir tir
dünyalığın asisi şairlerin hepsi
bir bir