Zamansız İnsan

 Zaman, insanı lâl eden bir süreç miydi ya da insanoğlu zamansız yolculuklara çıkan bir varlık mı? Neydi bu zaman? Dost, düşman? Herkes için aynı duyguları ifade etmeyen ya da bir an elimizi bırakıp kaçan yaramaz bir çocuk mu? Tutup yakalayamadığımız. Evrenin düzenindeki zaman ile içimizde büyüttüğümüz zaman aynı mı? İnsanın zaman kavramına bakış açısı nasıl?

 Takvim düzeninde sağlanan zaman eşitliği, yaşanan zaman eşitliği ile paralel bir şekilde ilerlemek yerine hep bir sekteye uğramakta. Sanırım zamanın kaderi de bu. Ya bir adım önce ya bir adım sonra gelmek zorunda, yan yana yürüse sanki düzeni bozulacakmış gibi. Ama yine de matematiksel olarak herkese aynı süreyi tanıyan bu kavram, eşit tanımlamasına uyacak gibi görünse de bizi, adil olup olmadığını düşünmeye sevk ediyor. İşte burada başlıyor zamansal bir karmaşa. Çünkü bahsi geçen zaman kavramı bazen sinsi ilerleyen bir hastalık gibi, bazen ulu orta kendini belli eden cesur yürek bazen de sessiz işleyen bir testere. Her şeyi öğüten değirmen misali öyle ezici. Bu yüzden zaman için müphem bir kavram ifadesini kullanmak sanırım daha doğru olur. Evet, evet en doğrusu bu. Herkes için farklı anlamlar ifade eden bu kavrama kesin bir tanımlama yapmak elbette doğru olamaz. Çünkü sözü edilen zaman kavramı gelişigüzel tarif edilemeyecek kadar da hassas bir konu. Bizler dünya işlerimiz için bir takım zamansal ifadelere yer veriyoruz.

 “Zaman hiç geçmiyor.” , “Zaman su misali akıp gidiyor.” gibi birbiriyle zıt düşünceler geçiyor zihnimizden. Hele de “Zaman her şeyin ilacı.”; sık sık başvurduğumuz, açıklamalarda güçlük çektiğimiz konularda, kaskatı kesilmek üzereyken imdadımıza yetişen o tabir… Sahi öyle mi? Zaman her şeyin ilacı mı? Zamanla gerçekten derman bulabilir miyiz? Zamanın bir doz alımı var mı? Ne kadar zaman? Kaç gün? Kaç ay? Kaç yıl? Bu ve bunun gibi art arda gelen sorular yağmurunun sonucu ne olur dersiniz? İnsan zamanla olan savaşımı kazanayım diye debelenirken birde bakar ki kendisine şu soruyu da yöneltmiş: “Zaman her şeyin ilacı ise fazlası intihara girmez mi?” Evet, zaman her şeyin ilacı olarak başrolde ama içileceği saati ve dozu kendi belirleyen huysuz bir hasta da aynı zamanda.

 Bu yaramaz çocuk sanırım dünya döndükçe bizlere hamlesini yapmaya devam edecek, Peki müphem olarak ifade ettiğim bu kavrama karşı nasıl bir zırh oluşturulmalı? O da kendisi kadar müphemliğini koruyan başka bir konu. Tek bildiğim, herkese karşı aynı kılıkta görünmediği, kimisi için zamanın akışında kayboluş, kimisi için ise zamanla kendini buluş…

 Diğer tabirlere göz atarsak akreple yelkovanın koşuşturması, ham meyvenin olgunlaşma süresi, derviş için sabrın anahtarı, acıyı dindirecek panzehir, kimine beyhude yıllar kimine ise gelecekte iyi bir senaryo yazacak senarist…

 Ah zaman… Sana farklı anlamlar yükledim, belki de cılız değerler verdim. Belki de seni yücelttim ama hâlâ hangi pencereden bakmam gerek tam olarak bilemiyorum. Anlaşılan felsefeciler gibi “Zaman neydi? Ne değildi?” diyerek daha çok sorgulama yapmam gerekecek gibi görünüyor. Bu sorgulama faslı ne zaman, ne şekilde biter bilemiyorum. Tek bildiğim akıp giden zamanın atılan ok misali hızla yol aldığı ve bir daha geriye gelmediği. En iyisi zamanın esiri olmadan köşeme çekilip zaman en iyi yazar, bana da güzel bir son hazırlar, deyip beklemeye başlamak. Tabii bu bekleme esnasında ilacımı kaç doz alacağım konusunda kararsızım. Anlaşılan benim bir zaman perhizine ihtiyacım var. Hem de hemen.      

                                                                          

Yorum bırakın