Yıkılmış uygarlıkların kalıntıları arasında dolaşmayı hep sevmişimdir. Bozguna uğramış kentler bana barışın kıymetini hatırlatır. Zamanın silip süpürdüklerine tanık oldukçayaşamdan yana inancım artıyor. Barışın tadını çıkarmalı, nitekim kâinatın sıfır noktasındaki medeniyetler dahi harabeye dönebilir. En korunaklı şehirler istila edilebilir, bereketli topraklar bir gün çoraklaşabilir.
Barış zamanında yurttaşlar çocuk büyütüp ekin yetiştirmeye pek heveslidir. Ben bu uğraşları akıllıca bulsam da hiç eğlenceli bulmam, hatta korkunç bulurum. Sanki onlar, bilinmez bir tarihte patlak verecek yeni bir savaşın hazırlığındaymışlar gibi gelir. Bana sorarsanız barış zamanlarında yapılacak en iyi iş, yolculuğa çıkmaktır. Uçsuz uzayın kuytularını keşfetmek, öleceğimiz ya da öldürüleceğimiz vakte dek, hayatta kaldığımız vakitlerin keyfini sürmektir.
Uzak diyarlara seyahat etmeyi kendime ödev bildiğim günden bu yana yoldayım. Bilinen uzayın gidilebilecek pek çok ülkesine yolculuk ettim, görülecek yerlerini gördüm. Bir gezgin ve seyirci olarak unutamayacağın anılar biriktirsem de zaman zaman tanık olduğum görüntülerin beni umutsuz ve kederli düşüncelere sürüklediğini de söylemek mecburiyetindeyim. Zira bulunduğum birçok memlekette birbirine yakın manzaralarla karşılaştım. Halklar sanki Tanrı buyruğuymuşçasına birbirleriyle savaşıyor, gerilerinde yalnız ölüm, acı ve hastalık bırakıyorlardı. Bütün katastrofun ardından birkaç yaşam artığından başka şey kalmıyordu.
Bugüne dek yüzlerce şehirden geçtim, onlarca kadim uygarlık gördüm. Uygarlıkların doğuşlarını, altın çağlarını ve yok oluşlarını okudum, fakat beni Mavi Gezegen halkı kadar meraklandıran başka uygarlığa rastlamadım. Mavi Gezegenliler, ne yazık ki uzayın öteki canlılarıyla tanışamadan küresel bir yok oluş yaşadılar. Mavi Gezegen’in yok oluşundan kısa süre önce bir grup yurttaş kaçmayı ve komşu gezegenlerden birisinde koloni kurmayı başarmıştı. Yanlarında tuhaf aletlerini, gezegenlerinde yaşayan başka canlıları ve kültürleri hakkında birçok bilgiyi de getirmişlerdi. Bilinmeyen bir sebepten, yeni medeniyetin kurucuları bu pütürlü ve çorak gezegende barınamadı. Ya buradan göç ettiler ya da Mavi Gezegen halkının son üyeleri olarak hayata veda ettiler.
Şimdilerde Mavi Gezegen’den geriye pek az kalıntı ulaşabilmiş. Bu kalıntılardan bir kısmı, hâlen onların bir zamanlar koloni kurdukları gezegendeki bir galaktik müzede sergileniyor. Müzeyi ziyaret ettiğim ilk günü dün gibi hatırlıyorum. Girişte, Mavi Gezegen halkının gelişiminde büyük rol oynayan primitif aletler vardı. İlk silahları, suyu tutmak ve ateşi yakmak için kullandıkları malzemeler buradaydı.
Mavi Gezegenlilerin oldukça tuhaf başka aletleri de vardı. Söz gelimi, yiyeceklerini soğuk tutmayı da, sıcak tutmayı da pek seviyorlardı. Evlerinde soğutucu kutular vardı. Soğuk tüketmeyi sevdikleri yiyecekleri bu kutularda soğutuyor olmalıydılar. Bazı sıcak tükettikleri yiyecekler için de ısıtıcı aletleri vardı. Ateşin üzerine bırakılan tutamaçlı kaplar bu yüzden icat edilmişti. Mavi Gezegenliler daha karmaşık aletler de kullanıyordu. Çift bölmeli, yiyeceği içine soktuktan kısa süre sonra ısıtıp dışarı fırlatan tuhaf kutularını görmüştüm. Bir diğer ısıtıcı, yiyeceği iki sıcak tabaka arasına yerleştirip sıkıştırmak suretiyle çalışıyordu. Fakat benim favorim, su ve buhar püskürten ısıtıcıydı. Hatta müze mağazasından sırf hatıra olsun diye bir tane satın aldım. Bu ısıtıcıyı çalıştırmak için aletin kablosunu bir güç ünitesine bağladıktan sonra haznesine su koymanız gerekiyor. Daha sonra ısıtıcının demirden levhasını ısıtmak istediğiniz yiyeceğe temas ettirmelisiniz, üzerindeki düğmelere bastıktan sonra su ve buhar püskürterek gıdanızı ıslatıp nemlendirebilirsiniz.
Müzede sergilenen önemli eserlerden biri de Casio’nun Zamanölçeri’ydi. Mavi Gezegenliler, zamanı ölçmek için taşınabilir zamanölçerler kullanıyorlardı. Mavi Gezegenli Casio’yla tanışmayı isterdim. Belki yaşadığı gezegenin öyküsünü anlatırdı, belki de göklere baktığında gezegenlerin vaziyeti ona zamanı söylediği hâlde, neden yanında bir zamanölçer taşıdığını söylerdi. Acaba yurttaş Casio bir gün inşa ettikleri medeniyetin çökeceğini tahmin ediyor muydu?
Mavi Gezegen’in tek sakinleri, Casio’nun da mensubu olduğu akıllı primat ırkı değildi. Bir zamanlar bu ufak su medeniyeti, milyonlarca canlı türünün yuvasıydı. Mavi Gezegen Müzesi’nin koca bir bölümü canlı kalıntılarına ayrılmıştı. Casio’nun yurttaşı Mavi Gezegenlilerin, başka canlılar karşısında oldukça tutarsız tavırlar takındıklarını öğrenmiştim. Müzede sergilenen canlı kalıntılarından bazıları Mavi Gezegenlilerin soğuk tutucu kutularında parçalanmış hâlde bulunmuştu. Bazı canlı türleriyse, Mavi Gezegenlilerin evlerinde, onların koruyucusu ve dostları olarak yaşıyorlardı.
Elbette akılsız canlılar üzerinde hâkimiyet kuran ilk ve tek halk Mavi Gezegenliler değil. Fakat onların öteki canlılarına davranışlarındaki belirgin çelişkiye anlam verememiştim. Acaba neden tüylü, kuyruklu ve minik yaratıkları bu kadar çok seviyorlardı?
Mavi Gezegenliler, uzak akrabalarına karşı da oldukça saygısızdı. Kendinden olmayan primatları tutsak ediyor, bilimsel çalışmalarda denek olarak kullanıyorlardı. Bunların hepsini, koloniye getirdikleri bilgi tutucu yapraklardan öğrenmiştik. Kültürel arşivlerini aktarmak için memleketlerinde yetişen kalın gövdeli bitkileri işleyip yazı yazma sayfalarına çevirmişlerdi.
Müzede sergilenen daha birçok eserin ekseriyeti ne yazık ki artık hafızamda yer etmiyor. Fakat müzenin en çarpıcı eserini, Savaş Suçlusunun İtirafları’nı hiçbir zaman unutmayacağım. İtiraflar, bitkiden işlenmiş sayfalara değil de daha ilkel bir tabakaya, bir taşın üzerine kazınmıştı. Bir kral ya da yerel yönetici olduğunu tahmin ettiğimiz Teshubnir, katıldığı savaşları, yok ettiği orduları ve işlediği tüm suçları bu taşın üzerine kazımıştı.
“Ben Teshubnir, falanca ordunun kumandanı, filanca şehrin kurucusu ve koruyucusu…
…Falanca savaşta tek başıma şu kadar kişi öldürdüm, attığım ok filanca kralın göğsünü deldi…
…Falanca Tanrı’nın gücüyle düşmanlarımı alt ettim, ülkemin sınırlarını genişlettim ve düşmanlarıma dehşetle korku saçtım…
“Halkıma bolluk ve bereket getirmek için başka ülkelerin topraklarını yok ettim…”
İşte böyle diyordu Teshubnir… Okuduğum en dürüst otobiyografiydi. Teshubnir, geçmişinden pişmanlık duyan ve bu yüzden acı çeken bir Mavi Gezegenli olmalıydı. Bütün hatalarını bir taşa kazıyacak kadar suçluluk hissetmişti. Belki arzusu yalnızca kefaretti…
Teshubnir’in bugünlere kadar yaşayıp evrenin vaziyetini görmesini isterdim. Ne Mavi Gezegen’de ne de evrenin hiçbir köşesinde savaş bitti. Yalnızca geçici barış zamanlarına sıkışıp aynı hataları tekrarlayana dek palyatif ve yapay pişmanlıklar duyduk.
Belki de savaş ve acı, evrenin sonsuz döngüsü ve kaçınılmaz gerçeğidir. Belki kalıcı barışın tahsis edilmesi yalnızca düşten ibarettir. Belki de, eğer barış zamanında doğduysak yaşamanın keyfini çıkarmalı, savaş zamanında doğduysak çaresizce savaşın sonunu beklemeliyiz.
Gerçekten evrenin yazgısı buysa belki de bir savaş suçlusunun da yapıp ettikleri yüzünden pişmanlık duyup acı çekmesi gerekmiyordur…