İbrahim yine her zamanki yerinde sırtını elektrik direğine dayamış, ağzında sakız ettiği sigarası, köpüren denizde eriyen bakışları ve tepesinde bağıran martılar. O da ben de hep aynı yerde. Bu sefer yanına gitmek konusunda cesaretimi toplamaya çalışır tereddüt içinde kıvranırken beni gördü. Yanaklarımı ateş bastı.
“Gel kız yemem merak etme.”
“Yok ibrahim Abi ondan değil de…”
Ah İbrahim Abi, merak etsem ve sen de yesen beni keşke… Alerjisi varmış gibi her abi dediğimde ağzının kenarı aşağı kıvrılıyor. Türk filmlerindeki gibi abi deme lazım olur, diyemiyor da… O da ne diyeceğini bilemiyor işte. Ben de demek istemiyorum. İbrahim desem, tut belimden çek kendine, kır aramızda örülmüş şu abi duvarlarını! Aşkımızı bir balyoz gibi kullan. Toplumun beklentilerini, yargılarını un ufak et. Yıkılan duvarların üstünde dans edelim. Yıkılmayan tek şey biz kalalım. İbrahim…
“…babam iftara çağırdı seni.”
Salak, salak! Adam zaten babamın dükkanında çalışıyor. Haberi vardır herhâlde. Nasılsın de, merhaba de ya da başını eğ geç. İlla bir şey eklemek zorunda mısın?
“Şefik Abi dün kendi de söyledi ama güzel kızıyla da haber göndermesi hoşuma gitti. Kıyak adam valla.”
Güzel… Güzel kızı? İbrahim beni güzel mi buluyor?
“Kız senin yanaklar niye böyle hep al al ya? Senin sevgilin yanaklarını sıkmadan nasıl duruyor? Ben olsam sıkmaktan morartırdım valla.”
“Yok ki, benim sevgilim yok ki.” Tek sevgilim sensin İbrahim. İbrahim Abi…
“Hadi hadi, benden sır çıkmaz. Bakma bizi okutmadılar da bilirim lise aşkları başka olur. İlk aşk. Hep öyle gördük abilerimizden. Sadri Abi, Ayhan Abi; aşkı onlardan öğrendik. Ne demiş Sadri Abi; “Aşk, bir sokak lambası gibi parlamaz, bir güneş gibi yakar.” Biz onlar gibi yaşayamadık tabii, benim payıma düşen, aşkı torna tezgahında aramak oldu… Peder bir bilezik mi taktı kolumuza kelepçe mi belli değil. Ama işte bu günlere geldik, şükür. Şükür…”
Bir an için kendi düşüncelerinde o kadar kayboldu ki sanki ben oradan hiç geçmemişim, az evvel yanaklarımı allar basmamış, Şefik Abi’sinin güzel kızı olmamışım gibi içine içine konuştu durdu, kelimeleri ağzının içinde yuvarlandı. Ne diyor, ne anlatmak istiyor? Bir duysam sesini. Yarım ağız güldü. Dudakları yukarı kıvrılınca yanağındaki minik beni gamzesinin içinde kayboluyor. Bazen evden kaçıp o gamzenin içine girip orada yaşamak istiyorum.
Konuşurken söndüğünü fark etmediği sigarasına şöyle bir baktı. Beraberinde geçmişini de fırlatır gibi bir fiskeyle denize attı. Öyle derin iç çekti ki kendi nefeslerimi de ödünç vermek istedim.
“Seni de alçıya aldık böyle şekerpare, kusurumuza bakmazsın artık. Hadi akşam görüşürüz.”
Elini omzuma attı. Kısacık. Ufacık bir an dokunduğu yerden topuklarıma kadar bir elektrik akımı geçti.
“Görüşürüz. İbrahim Abi…”
Aşkın bana verdiği yetki ve coşku ile sahili boydan boya yürüdüm. Deniz köpürüp kabarıyor dalgakırana vurup fışkırıyor benimle bir. Karnımdaki kelebekler kanatlarım oldu süzülüyorum. Eve geç kalacakmışım, yarın sınavım varmış umurumda değil. Sınıftaki kızlara bugün neler olduğunu anlatsam delirirler. Herkese aşkımı haykırmak istiyorum, herkes örnek almalı bizi. İbrahim’e yaşayamadığı aşkı yaşatacağım. Sen benim ilk aşkımsın İbrahim. Ben de seninsem, gidelim buralardan..
*
“İbrahim, bak benim oğlum olmadı, seni oğlum gibi bilirim. Yok mu yanına şöyle bir helal süt emmiş kız? İşin gücün yerinde, aslan gibi adamsın. Benim kızı evlendirince dükkanı benden sonra yürütecek kimse yok. Sana devrederim. Müşterisi hazır, ben de yavaş yavaş emekli olurum. Geçim sıkıntın da olmaz. Bir çoluk çocuğa karış artık. Daha ne duruyorsun oğlum? Yaş geçince o işler daha zor oluyor. Bir an evvel halletmek lazım.”
Babam ağız ishali oldu. Ağzından lokmalarını döke saça İbrahim’i evlendirmeye çalışıyor. Ben evleneceğim baba İbrahim ile, ben!
“Beni bırak Halil… Bizim yolumuz başka, senin yolun başka. Birlikte yürüyemeyiz.”
“Ne diyorsun Sabiha? Biz birbirimizi bulmuşuz bu koca şehirde…”
“Gözde kızım çevir şunu. Kim açtı bu ağlak filmi?”
“Kumanda senden ayrı gezmiyor ki Şefik kim açacak?!”
“Kolay değil, biliyorum. Ama senin için en doğrusu bu…”
“Türkan Şoray mı o?”
“Evet Şefik Ağabey, Vesikalı Yarim. Halil ve Sabiha’nın aşkı.”
İbrahim bunu söylerken ellerini bacaklarının arasında tutuyordu. Babam kanalı çevirmeden evvel yüzünde asılı bir gülümsemeyle repliği birebir tekrar etti. Sonra dönüp gözlerini hepimizin üstünde gezdirdi.
“Ben seninle mutluyum! Başka hiçbir şeyin önemi yok.”
“Neyse ne diyordum bak, laf girdi araya. Hah, bizim yeğenin düğünü var haftaya…”
Ya ne düğünü ya? Babam son lokmasını yanağına doldurdu anneme tekrar mantı doldurdusun diye gözüyle işaret etti.
“Yavaş ye Şefik, yavaş.”
“Valla nefis olmuş. Bak benim hanım bugün taze taze elleriyle açtı hamuru. Her eve bir kadın gerek. Anamın evi dışında nerede yiyecektim bunu?”
Ağzının kenarında kalan yoğurt ve dişinin arasına sıkışmış naneleri gösterip sırıttı anneme öpücük attı.
“Sen de bizimle düğüne geliyorsun.”
Annem tabağa koyacağı salçalı sosu bembeyaz masa örtüsünün üstüne şap diye döküverdi.
“Ay aman Şefik, bırak çocuk kimle evlenmek isterse evlensin. Senin kıçı kırık akrabalarınlan olmaz o iş.”
Gözlerimizin buluşması ümidiyle, İbrahim’e tekrar tekrar çaktırmadan baktım ama o sadece tabağına bakıp kafa sallıyor, annemin yaptığı yemeklere methiyeler düzüyor. ‘Nihal yenge elinize sağlık, yenge ne güzel yemekler yapıyorsunuz, valla Şefik Ağabey çok şanslı. Yenge gibi genç, eli maharetli bir hanım bulsam hemen basarım nikahı…’
“Niye kız Nihal, Refika ablanın küçük kızı mis gibi. Genç, tahsilli. Kız eninde sonunda biriyle evlenecek bari bildiğimiz tanıdığımız biri olsun.”
“Öf Şefik! Çocuk istemiyor işte belli. Hem bu gönül meselelerine öyle herkes karışmaz.”
Annem ilk defa doğru bir şey söyledi, ama o da niye şimdi İbrahim’in mürüvvetine karışıyor?
“Şefik Ağabey, sen bizi hiç darda komadın. Allah razı olsun. Lafın benim için emirdir. Babamı sevmem ama seni babam bilir sayarım. Bu gönül işleri karışık be ağabey. Hem benim gönlümde biri yatar onu isterim ben.”
Bu cümle bir bomba gibi düştü sofraya. Annem masayı topluyordu, önce mutfağa taşıdığı tabak çanağı düşürdü elinden sonra sandalyeyi devirdi. Benim karnıma bir ağrı saplandı. İbrahim bu cümleyi söylerken bana hiç bakmadı bile. Gönlünde yatan kim? Kimi istiyor? Beni istemiyor mu? Babam, madem beni baba bilir sayarsın, kimmiş bu kız?, diye inat etti. İbrahim söylemedikçe daha çok sinirlendi. “Mahallenin kızlarına göz koymuyorsun değil mi İbrahim?” diye gürleyince, İbrahim ağzını açtı. Tek umudum ağzından dökülecek kelimelerdi. “Kızın Şefik ağabey kızın!” demesini bekliyordum ki, yutulması zor bir ilaç gibi laflarını yuttu. “Bana müsaade ağabey” deyip masadan kalktı.
İbrahim’in gidişiyle babam, ”tövbe estağfurullah, tövbe estağfurullah” çekerek annemin bu gece için yaptığı ıslak keki borcamın içinden yemeye başladı. Evdeki tek ses, annemin makineye dizdiği bulaşıklar ve babamın homurtusu. Masada oturdum kaldım, kendimi çok yorgun hissediyordum kollarımı kaldıracak gücüm yok sanki elim ayağım dökülüyor. Kulaklarım tıkandı. İbrahim’in cümlelerleri yankılanıyor kafamın içinde. Oturduğu sandalyeye, yarım bıraktığı suya baktım. Ekmeğine hiç dokunmamış. Önümde devrilen tuzluktan düşen tuz parçalarıyla kalp şekli yaptım.
“Gözdeeee, masada kalanları getir! Duydun mu beni? Banyodan da leke çıkarıcıyı al o salçalı yere sık dursun bir beş dakika.”
Bulaşıkları taşırken koridorda İbrahim’in yarım bıraktığı suyla baş başa kaldım. Yağlı dudağının bıraktığı ize dudaklarımı denk getirip içtim. Kalbim boğazıma çıktı, gözlerim doldu.
“Dikilip durma arkamda! Kaldı mı bir şey? Valla yoruldum! Bütün gün yok mantı aç, yok sofra kur kaldır, aktar dönder! Sıktın mı leke çıkarıcıdan? İki kez söyletme bir şeyi!”
Unutmuşum, banyoya yöneldim ama evin içinde buharlaşmışım gibi geziyorum. Salçanın bıraktığı lekeye spreyi sıktım köpük salçanın olduğu yeri kapladı, emdi, izler silikleşmeye başladı. Turunculaştı. İçim kabardı yine, gözyaşlarım boğazımda birikti. Odaya gittim. Önce salonun kapısını sonra kendi odamın kapısını çarparak babama; “ben İbrahim’i seviyorum!” mesajı vermek istediysem de arkamdan “Gözde!” diye bile bağırmadı. Bir süre yorganı ısırarak ağladım, kim gönlünde yatan, kim?! Her akşamüstü denize bakarken düşündüğü ben değilsem kim? Ben de babam için mahallenin kızı mıyım? Ya İbrahim için? Ne diyecekti babama da yuttu kelimelerini? Gözlerim acımaya başladı. Bir ayağı iskele babasında denizi izlerken hayal etmeye başladım. Arkasındaki banka oturdum elini tutmak için uzandım.
*
Uyuyakalmışım, uyandığımda ışık açık, elim uyuşmuş, salyam nevresime akıp yanağıma bulaşmıştı. Babamdan arta kalan ıslak keki yemek için mutfağa giderken televizyonun karşısında horlayan babamı, annemi de bir kenarda kafasını patlatırcasına sıktığı yemeniyle yatarken gördüm. Gözüne havlu örtmüş. Yine migreni tutmuştur. Kekten bir parçayı elimle bölüp koridorda ağzıma attım, annem görse tepsi almadım diye olay çıkartır. Epey de güzel olmuş bu kadın işini biliyor. Parmağımı yalarken kapının eşiğinde annemin yıllardır sandıkta sakladığı kırmızı topukluları gördüm. Arada bir sandıktan çıkarıp tozunu alır sadece bakar, hiç giymez. Bir gün onu böyle görünce “Genç kız olduğunda bu topukluları sen giyeceksin, ben giyemedim belki ilk buluşmanda sen giyersin.” demişti. Onun niye giyemediğini hiç merak etmedim. Anneydi çünkü. Anneler kırmızı topuklu giymez. O ayakkabıların varlığını bir işaret gibi kabul ettim. Belki de İbrahim’in gönlünde yatan bendim? Annem de bunu anlamış ve sandıktan çıkarmıştı. Ayağıma olacak mı peki? Canım Kardeşim filmindeki Türkan Şoray gibi hissettim kendimi. Ama üstüme ne giyeceğim? Yarın ilk iş anneme açmalıydım konuyu. Anne kız alışverişe gider bana bir de elbise alırız. Gözlerim yanıyordu ama keyfim yerine geldi. Heyecanlandım, keki başucuma koyup yattım.
*
Bir gece önce yüzüm şişene kadar ağlayıp sabah okula geldiğimde sınıftakilerin gözdesi olacağımı kim bilebilirdi? “Ne oldu sana Gözde, iyi misin Gözde?” kimse inanmıyordu ama ben çok iyiydim. Sabah evden çıkarken topukluları görünce bir gülümseme yapıştı yüzüme. Genç kız olmuştum. Onu giyecek yaştaydım. Okulum bitmek üzereydi. Evlenmeye hazır değildim ama İbrahim ile her şeye vardım. Bir an aslında durumun babamın da işine geleceğini düşündüm. Sonuçta dükkanı ona devretmek istiyordu. Hem de evlensin istiyordu. Kızacak bir şey yoktu ki? Başından beri neden öyle düşünmüştüm? Ama dükkanı çalıştırmak istemezse de ona destek olacak, babamın karşısında duracaktım. Bana hayallerini hiç anlatmamıştı hepsini anlatmasını isteyecektim. Evet bütün gün konferans salonunda bunu düşündüm. Ellerim terledi, kalbim bütün vücudumda attı. Barkovizyona bakarken hep İbrahim’i düşündüm. Gamzesini… Bugün her şey değişecekti. Aşk beni bir güneş gibi yakıyordu. Hem ısınıyor hem yanıyordum. Okul çıkışı eve dönmeden evvel İbrahim’in bakışlarını gömdüğü köşeye gitmeye karar verdim. Belki beni orada görür ve hemen bana aşkını ilan eder, evleniriz ve iki çocuğumuz olur. Annem nasılsa bir yere kaçmıyor sonra da onunla konuşurum, hatta belki dönüş yolunda İbrahim ile el ele bile gidebiliriz.
*
Kızlar arkamdan seslendi ama “Acelem var!” deyip koşturarak sahile doğru seğirttim. Yoktu. Biraz bankta oturdum, dünkü tartışmadan sonra babam belki salmamıştır diye dükkana da gittim.
Dükkanın içinde etrafa bakınırken Emin ağabey gördü “Hoş geldin küçük hanım sen geç otur, ben babanı çağırayım” dedi. Niyetim babamı görmek değildi diyemedim.
“Şefik Abi yağ değiştiriyormuş az sonra gelir, sana kivili oralet söyleyeyim mi?”
“İbrahim Ağabey yok mu bugün?”
“Patroniçe bakıyorum çok dikkatlisiniz. Vallaha bugün gelmedi. Aradık açmadı da.”
Hemen kalktım.
“Nereye kız?”
Ne yapacağımı bilemedim. Bir elimde resim dosyamla koşmaya başladım. Tekrar sahile gittim. Gözlerini diktiği denizden çekip kurtaracaktım onu ama yoktu. İskele babasına dayalı ayağı her zamanki yerinde durmuyordu. Sigarasının dumanıyla havaya karışmıyordu. Dayanamadım bir dakika bile bir ömür gibi geçiyor burada. İbrahim gelmedi. İşe de gitmemiş. Eve dönmeye hemen anneme anlatmaya karar verdim. Bir an İbrahim’in küsüp şehirden taşınabileceği ihtimali aklıma geldi, belki otogarda bilet alıyordu şu an? Gözlerimden yaşlar, alnımdan ter akıyor, koşuyor ve ne hissedeceğimi bilemiyordum. Evin sokağına girince kalbim duracak gibi oldu. Gözlerim buğulandı. Etrafımı soğuk bir hava kümesi kapladı. Tüylerim diken diken oldu. Midem bulandı. Nefes nefese kaldığım için doğru göremiyorum sandım. Elimdekileri düşürdüm. Göğsüme bir ateş indi. Sokağın köşesinde İbrahim’i gördüm, karşısında da annem. İbrahim’in ellerinde anneminkiler. Bir sağ elini öpüyor bir sol elini. Yere çöküp beline sarıldı. İki bavul… Kırmızı topuklular… İbrahim ve annem…