Ebeveyn-Çocuk İlişkisinde Sevginin Önemi

Sevgi, insanlık tarihinde ezelden beri var olan altı temel (sevgi, öfke, korku, tiksinti, şaşkınlık, üzüntü) duygudan biridir. Hemen hemen tüm psikologlar, bu duyguların insanın yaratılışında var olduğunu, aslında hepsi aynı kapıya çıkacak şekilde ama kendi kuramları çerçevesinde açıklar. Dolayısıyla sevgi de insanın yaratılışında vardır. Bazı kuramcıların sevgi tanımlarına bakalım: Sigmund Freud, sevgi duygusunu ona göre cinsellik enerjisi olan “libido”nun altında mutluluğun ve hazzın bir parçası olarak açıklarken; varoluşçu psikiyatr Victor Frankl, sevginin insanın anlam arayışında o anlamı bulmanın önemli bir yolu olarak içimizde var olduğunu savunur. Ona göre hayatın anlamı birine duyulan derin sevgidir ve bu sevgi sevilen kişinin fiziksel ve ruhsal varlığının ötesindedir ve bundan bağımsızdır.

 Edebiyatçılar ve filozoflar da sevginin farklı tanımlarını yapmışlardır. Örneğin, mutasavvıf ve şair Yunus Emre’nin “Aşkın Aldı Benden Beni/ Bana seni gerek seni” dizelerinde ve divan şairi Fuzuli’nin Leyla ve Mecnun mesnevisinde de gördüğümüz gibi sevgi, bazen tanımlanamayacak kadar büyür ve kişinin fiziksel ve ruhsal varlığını aşar. Bu açıdan bakıldığında Türk mutasavvıf ve şairlerin Avrupalı psikologlarla varoluşçu çerçevede hemen hemen aynı şekilde sevgiyi tanımladıkları görülür. Sevmek, Sabahattin Ali’nin Kürk Mantolu Madonna‘sında dediği gibi, insana bir ruhunun bulunduğunu öğretir, duygularının farkına vardırır, yaşadığını hissettirir.

 Hayatta bu kadar önemli bir yeri olan bu duygunun insana kattıklarından ve onu nasıl iyileştirdiğinden de bahsetmek istiyorum. İnsan sevilerek sevmeyi öğrenen bir canlıdır. Bunu ilk olarak ebeveynlerinden öğrenir. Öyle ki bu öğrenme, ebeveyn-çocuk ilişkisinin temelini oluşturur. Sevgi koşulsuz verilmelidir, özellikle de ebeveyn-çocuk ilişkisinde… Koşulsuz sevgi, kişinin doğrusunda onu destelemek, yanlış yaptığında ise “Hata yapabilirsin. Bu senin davranışın kişiliğin değil, insan böyle büyür.” mesajını verecek cümleleri çocuğuna uygun zamanda ve şekilde verebilmektir. Bir anlamda çocuğuna yeni pencereler açmaktır. Bu, ebeveyn tarafından çocuğun kalbine bir nakış gibi işlenmeli, ilmek ilmek örülmelidir. Çünkü sevgi emek ister. Cengiz Aytmatov’un Selvi Boylum Al Yazmalım’ından uyarlanan filmde denildiği gibi…

 Kendisi için emek harcandığını her koşulda destelendiğini gören kişi kendini sever ve değerli hisseder. Kendini değerli hissetmek ve bunun sonucu olarak kendini duygu, düşünce ve davranışları hakkında uyandırmak kişiliğin sağlıklı, olumlu biçimde oluşmasında önemli bir etkendir. Kişiliğini bu şekilde oluşturan, koşulsuz sevgiyi çocukluk döneminde alandır. Böyle bir birey, sizin için elinden geleni yapar ve size o sevgiyi verir. Bir ebeveyn olarak çocuğumuzu anlamamız ve sevgimizi koşulsuz bir biçimde vermemiz onun gerçek sevgiyi ve onun gösterilme biçimlerini aslında sevgi olmayan duygu ve davranışlardan kolay ve doğru ayırmasını sağlar. Bu, onun yaşamındaki ilişkilerini olumlu etkiler. Öğrenir, insanın asıl anlamlar yüklediğinin sevdiği değil de onu sevmek olduğunu, sevdiği kişinin sevdiği için kalbinde güzel göründüğünü ve bilir ki insan anlaşıldığı yerde çiçek açar. Kendine yeni bir ben yaratmak için kaktüslerden değil de güllerden tuğla örer ve iyileşir, çünkü koşulsuz sevginin iyileştiremeyeceği yara yoktur

 Aslında yaşayacağımız bütün ilişkiler, ebeveynlerimizle kurduğumuz ilişkinin- hatta onlara sağladığımız geri dönüşler bile- bir yansımasıdır. Bizim gibi işbirlikçi toplumlarda sevgiyi koşulsuz yani bu anlattığım gibi vermek çoğu zaman çok zordur. Çünkü en yakınlarımızın bile bizden bir beklentisi vardır. Annelerin “saçımı süpürge ettim” sözü bu beklentinin bir tezahürüdür. Çocuğumuzun “Annem babam yok huzur var.” demesini istemiyorsak çocuklarımıza koşulsuz sevgiyi vermek durumundayız. Çünkü çocuklarınız sizden yanlış öğrendiği için ilerideki bütün ilişkilerinde gerçek bir sevgi kırıntısı için bile seksen takla atarlar. Çünkü onlar yetişkin olduklarında da hala sevgiye aç birer çocuktur ve sevgilerini vermediğini bildiği anne-babalarında değil de hayatlarına soktukları diğer insanlarda (özellikle de yakın ilişki kuracaklarını bildikleri sevgililerinde) ararlar. Her ne hikmetse sevgiyi verebilme yönüyle anne-babalarına benzeyen insanları hayatlarına sokarak romantik ilişkilerinde de sevgiyi değmeyecek insanlarda arayıp kendilerinden yeni Bergenler yaratırlar. (Tabii ki bunun farkına bile varmazlar. Bilinçdışı devrededir çünkü, bildiğimiz cehennem bilmediğimiz cennetten daha güzeldir.) Dostoyeski, bu durum için şöyle söyler: “İyi adamlar yalnızlıktan ölür, iyi kadınlar ise kötü adamların balkonundan gökyüzüne bakarken.”

 Koşulsuz sevgiyi sonradan öğrenmek ve bulmak çok uzun ve meşakkatli bir yol olsa da enseyi karartmayın. Bu hayatta hiçbir tecrübenin öğrenilmesi imkânsız, hiçbiri için geç değil. Siz siz olun hayal kurmakta tasarruf etmeyin. Herkese içindeki renkleri gösterebilme cesaretini bulduğu, kalbi kadar güzel bir hayat diliyorum. Unutmayın kendinizi emanet edebileceğiniz kendinizden başka hiç kimse yok bu hayatta. Herkes olmadan yaşayabilirsiniz ama kendiniz olmadan asla yaşayamazsınız. Karanlıktaysanız gölgeniz bile sizi yalnız bırakır ve insan güneşini kendi doğurur.

 Dünyayı sevgi kurtaracak.

 Sevgilerimle…

Yorum bırakın