Anarşist Kolektivizm ve Türkiye’nin Bireyselcilik Sorunu

 Kolektivist anarşizmin temelleri liberal görüşten çok sosyalist idealine dayanmaktadır. Kolektivist ideal, aslında insanların bireysel öz çıkarlarını değil, ortak iyi için beraber çalışmayı uygun gören ve insanların sosyal hayvanlar olduğunu savunan düşüncedir. Bu ideal, insanların sosyal dayanışma içinde olmasını, yani Kropotkin’in* söylemiyle karşılıklı yardımlaşmayı vurgular. Söylenenlerin üzerine bu doğal iyilik anlayışına safça kanmak anlamında değildir, ancak tüm bireylerin içinde var olan iyilik potansiyeline vurgu yapar.

 İnsanlar temelinde sosyal bir hayat yaşamaya, topluluk hâlinde hayatlarını devam ettirmeye ve işbirliğinde bulunmaya meyilli olan varlıklardır. Verilen bu bilgiler doğrultusunda bireyler arasındaki doğal ilişki; sevgi, sempati ve uyumlu ilişkilerdir. Bireyler ortak insanlığı anlama eğilimiyle birlikte ilişkili olduklarında devletlerin veya herhangi bir otoritenin kontrolüne veya düzen kurallarına gereksinim duymayacaktır.

 Kolektivist anarşizm idealine sahip bireylerin ve Marksistlerin bu konudaki ortak yanlarından biri ise refahın ortaklığını savunmaları ve sosyal yaşamın toplumsal bir şekilde örgütlenmesi tercihleridir. Kolektivist anarşistlere göre devletin otoritesinde herhangi bir genişletme, eşitlik ve sosyal adalet için dahi yapılsa baskıyı daha çok derinleştirecektir. Anarşist kolektivizm tam da burada Sosyalizm, Marksizm ve Komünizmden ayrılır. Bununla birlikte anarşist kolektivizm, karşılıklılık, anarşist sendikacılık ve anarşist komünizm gibi görüşlerde ortaya çıkmıştır.

 Diktatör devlet sisteminin egemen olduğu toplumlarda zamanla bireyselcilik idealinin yayılması kaçınılmazdır. Devletin, sistem yöneticililerinin halkına yaptığı diktatörce baskı; fabrikatörlerin veya herhangi bir iş konusunda patron olmuş, yüksek mertebe edinmiş bir kimsenin proleter sınıfa baskı yapması neticesinde bireyselcilik duygusunun ortaya çıkması; insanların ağır şartlar altında çalışmasının veya baskıcı bir rejim ile yönetilmesi sonucunda kendi menfaati haricinde başka bir şey düşünememesi gayet olası bir durumdur. Aynı zamanda ekonomik sorunların yaşanması, ifade özgürlüğünün kısıtlanması vb. durumunda insanlar zamanla daha çok kendi iç dünyasına kapanma eğilimine girer ve  toplumdan, toplum yapısından uzaklaşır. Fakat tabii ki bu bakış açısı doğru değildir! İnsanlar her ne zorlukla karşılaşmış olursa olsun birlik olmayı asla bırakmamalıdır. Bu zorluklar karşısında bireyler kendi başlarına olmaktansa toplum olmayı başararak hareket etmeli ve toplum yapısının bozulmasına izin vermemelidir. Yanlış ilerleyen sisteme boyun eğmeyip özgürlüğün ve hakların peşinde koşulmalıdır. Bunun yanı sıra insanlar sadece bireysel özgürlüğünün ve haklarının değil, toplumun da hak ve özgürlüğü için mücadele vermelidir. 

 Türkiye’nin bireyselcilik sorunu* büyük çoğunlukla kurulan sistemin yanlış olmasından, ayrıca insanların okumadan, düşünmeden ve öğrenmeden sanki başka bir çözüm yokmuş gibi bu sisteme boyun eğerek sadece kendi çıkarlarını en üste koyup başka konulara kayıtsız kalmasından kaynaklanır. Emekçi sınıfının geliri olması gerektiğinden oldukça düşük olduğundan insanlar bir yandan geçim sıkıntısı ile uğraşırken diğer yandan zamanla psikolojisinde oluşan sorunlar ile işlerine ve yaşamaya devam etmeye çalışıyorlar. Bu durumun yanı sıra insanlar istemedikleri işlerde çalışmak mecburiyetinde kalabiliyorlar. Her ne kadar okul okumuş, bitirmiş olsalar bile bunun pek bir değerinin kalmaması, ülkenin nüfusunun fazla olması, küçük burjuva sınıfının maddi açıdan kazandığı az para ile işçilerinin maaşlarını ödeyememesinden dolayı işçi alamıyor olması, burjuvanın iş veren olarak egemen olduğu (örneğin fabrikalar veya şirketler) yerlerde ise verilen maaşların iş arayanlar için yetersiz gelmesi ve yeri geldiğinde aldıkları işin imkânlarının onlara uymaması veya konforsuz olması, iş arayanların verilen “3 kuruş” diye belirtilen düşük maaşlar altında uzun saatler çalışmak istemiyor olması, iş yerlerinde dönen ve her gün sayısı daha da fazla artan torpilli işçi sayısı gibi sebeplerden ötürü zamanla çoğu insanlar okumuş olsa dahi kendi okuduğu bölümde veya çalışmak istediği işte, istediği şartlarda imkânları zor buluyor veya bulamıyor. Bu sorunlardan dolayı kayıtsız kalan insanlar harici bir de sadece kendi çıkarlarını düşünerek bu sistemin içinde olan ve b daha da yükselerek servetine servet katan, para dağılım pastasını bir hayli daraltanlar da var. 

 Az önce bahsettiğimiz konuya ek olarak toplumun ve insanların refahı için en önemli konulardan biri ise tercih meselesidir. Her insan yeteneği, merakı ve isteği olan bölüm üzerine okuyup o alan üzerinden ilerlemeli. Ayrıca istediği alanı seçerken veya o alan üzerinde ilerlerken kafasında gelecek hakkında soru işareti veya bir kaygı, bir korku olmamalı. İnsanları sevdiği alanda ilerlemesini en çok zorlaştıran konulardan biridir maddi imkanlar. Çoğu iş konusunda düşük maaşlar ve bu işlerde artan işsizlik oranı göz önüne alındığında insanlar bir hayli korkabiliyor. Bu yüzden karnını doyurabilmek, huzurlu bir hayat yaşayabilmek için  sistemin dayattığı işlerde çalışmak zorunda kalabiliyorlar. Lakin insanlar sevdiği işte değil de mecburen bir işte çalışırsa ne kendine ne de topluma katkısı olabilir. 

 Ancak unutulmamalıdır ki toplum mücadelesini verdiği sürece hiçbir durum umutsuz değildir!

Yararlanılan kaynak:

Andrew Heywood, Siyasi İdeolojiler, Felix Kitap (15. Baskı: Ağustos 2023) Ankara.

  • Türkiye’nin bireyselcilik kısmını yazarken herhangi bir kaynak kullanmadım. Bahsettiğim düşünceleri okuduğum gazetelerden, haber kanallarından, kendi görüş ve izlenimlerimden, yeri geldiğinde sosyal medya aracılığı ile ve en çok da deneyimi ve bilgisi olan, benden yaşça büyük  insanlar ile detaylıca sohbet ederek edindim. 

Yorum bırakın