Gezi Günlükleri 2: Safranbolu ve Yörük Köyü

 Arnavut kaldırımları, kiremit çatılarıyla doğanın renkleri arasında, Karabük iline bağlı tarihi ve turistik bir dünya mirası Safranbolu’dan bahsetmek istiyorum bu yazımda. Türk-İslam sanatının en güzel örnekleriyle günümüze kadar gelen kent, hâlâ dimdik ayakta duruyor.

 18. ve 19. yy. mimarisini günümüze kadar taşıyan dokusuyla masalsı bir yer Safranbolu. Klasik Osmanlı kent mimarisini yansıtan evleri ile bilinen ilçe, adını bölgede yetişen ve nadir bitki olan safrandan alıyor.

 Tarihsel süreçte, yörede Hititler, Frigler, Persler, Helen ve Romalılar hüküm sürmüş. Safranbolu, Homeros’un İlyada Destanı’nda Paphlagonia olarak belirttiği bölgede bulunuyor. Helenistik ve Bizans döneminden kalan eserler harap olsa da bazı köylerde kaya mezarlarına rastlamak mümkün ve bulunan tümülüsler de buranın yerleşim açısından uzun bir geçmişi olduğunu anlatıyor.

 Kentin kervan yolu üzerinde bulunması sebebiyle ekonomik olarak gelişen kentte 17. ve 18.yy.da yapılan Cinci Han ve Hamam’ı, kervanların oldukça sık uğradığı bir yer olmuş.

 Konargöçer durumda olan Türkmen boyları, Safranbolu ve çevresine çadırlarını kurarlar ve buranın sakinleri olan, Bizans’tan beri buraya yerleşmiş olan Rumlarla beraber yaşamaya başlarlar. Kentte yüzyıllar boyunca bir arada bulunan Ortodoks Rumlarla Müslümanlar, 1924 mübadelesi ile ayrılmak zorunda kalır, pek çok Rum Yunanistan’ın çeşitli şehirlerine gönderilir.

  Kent, çoğu otel olmuş, ancak aslıyla korunmuş konakların yanında dini yapılarıyla da önemli. Köprülü Mehmet Paşa Camii’nin avlusunda bulunan Güneş Saati, Arapça rakamlarla günün saatini gösteriyor. Onar dakikalık zaman dilimine ayrılmış mermere çakılı pirinç saçtan, bir üçgen üzerine yansıyan güneş ışığının gölge düşümüyle saati doğru okumak mümkün.

 Cincihan ve Hamam’ı, Yemeniciler Arastası, Demirciler çarşısı, Safranbolu Tarihi Kent Müzesi, panoramik seyir terası ile Hıdırlık Tepesi, ilk görülmesi gereken yerlerden.

 Günün yorgunluğunu atmak için son durak Saklı Cennet Taş Değirmen. Şırıl şırıl akan nehir, doğa, içerideki taş değirmen, havası, suyu, final için en doğru seçim.

 Yemeklere gelince; Safranbolu simidi, yaprak sarma, bükme, göbü, baklava, lokum, safran çayı yarım günde yakalayabildiklerimden.

 İlber Ortaylı’nın bir sözüyle bitirirsek, “Safranbolu’yu görmeyen Anadolu coğrafyasını tanıdığını söylemesin.” Bu tarihi kent kültür mirası açısından zenginliği, arkeolojik, sit alanlarıyla Unesco tarafından Dünya Miras Listesi’ne alınmış.

 Safranbolu mimari açıdan Türkiye’de başka bir örneği bulunmadığından görülmesi gerekenler listesinde yerini koruyor.  

YÖRÜK KÖYÜ

 Safranbolu’ya kadar gelip buraya 11 km. uzaklıktaki Türk-Türkmen olan Yörük Köyü’nü görmeden olur mu? Köyün neredeyse 700 yıllık olduğu düşünüldüğünden ve günümüze kadar bozulmadan geldiğinden 93 tescilli eseri ile 140 haneli köy, 1997’de Kültür Turizm Bakanlığı tarafından koruma altına alınmış. Ahşap evleri, dar sokakları ile geçmişin izlerini taşıyor.

 14 ve 15. yy.da göçer durumda olan Yörükler, Kayıboyu’nun Karakeçili aşiretine bağlı olarak  önce Hüseyin, Hacı ve Davut isimli üç kardeş, obalarıyla buraya gelir ve çadırlarını kurarlar. Hacı ve Davut daha sonra başka köye kurarken Hüseyin burada kalır ve köyün temelleri atılarak yerleşik hayatta geçilir. Bitişik nizamda inşa edilen ilk evlerde, göçebe kültürünün izleriyle birlikte Osmanlı dönemi klasik üslubun en güzel örneklerini görürüz.

 18.yy.da köyün erkekleri İstanbul ve çevresinde fırıncılıkla uğraşır ve kazandıklarıyla köye döndüklerinde İstanbul’un o dönem elit semtlerindeki konakları aratmayan konaklar inşa ederler. Bu şekilde İstanbul kültürü buraya da taşınmış olur.

 19.yy. sonlarında köy nüfusu azalırken bunun temel sebebi büyük şehirlere göçler ve köyde hüküm süren az sayıda çocuğa sahip olma geleneğidir. Bu köydeki insanlar bakabilecek ve eğitimini sağlayabilecek kadar çocuk sahibi olmuşlardır.    

 Köye girerken bildiğimizin aksine, mezarlık karşılıyor bizleri. Girişteki bu mezarlık, kaybedilenleri ya da hayatın ne kadar kısa olduğunu anlamamız için olsa gerek. Arabayı park edip köye doğru ilerlerken bu köyden gelen ailesinin evinin önünde dünyaca ünlü opera sanatçısı, La Diva Turca ünvanlı,  Leyla Gencer’in büstünü görüyoruz. Cumhuriyet döneminde köylerinde okul olmayan öğrenciler de bu köye gelmişler, yatılı okulda müzik, tiyatro ile tanışırken zeki ama parası olmayan çocuklar varlıklı ailelerden toplanan paralarla İstanbul’a gönderilmiş. Böyle de aydın bir yer…  

 Osmanlı mimarisinin en güzel örneklerinden biri Sucu Hafız Konağı; 4. kuşak torun Osman Bey, aile yadigarı eşyalarıyla burayı adeta bir müzeye dönüştürmüş. Ve kendi rehberliğinde konağı gezmek mümkün.

 Kurşuntaşı; Eskiden kullanılan nazar geleneğine göre, iç yol ağzında bulunuyor kurşuntaşı. Kurşun döküldükten sonra artan su, taşın deliğine dökülüyor ve genellikle evlenen gelinler için yapılıyor.

 Geyik boynuzları, kapı tokmaklarındaki ipler yine yörenin geleneklerinden bazıları. 1985 yılına kadar kullanılan yaklaşık 350 yıllık tarihi bir çamaşırhane de mevcut.

 En önemli bir diğer ayrıntı, meydanda bulunan kır bahçesinde, Yörük sofrasının lezzet ödülü almış baklavası. Eğer yedikten sonra tadı kesmediyse dönüş yolunda benim gibi eve paket yaptırabiliyorsunuz.

 Ağız tadıyla bitirdiğim bu geziyi tekrar deneyimlemeye niyet ederek İstanbul’a doğru yola çıkıyorum…

Yorum bırakın