
İsmim tahta, insanlığa göre rengimden ötürü sıfatım kara. Bir ismi edinmenin, bir sıfatın, bir lakap oluşturmasının görünenden daha karmaşık hadisesi olabilir. Basit olduğu düşünülen edinilmiş isimler, lakaplar derin mizah taşıyabilir. Ya da derin felsefe. Topal Necmi. Sıradan bir insan, sadece topalladığı için mi “topal” lakabını alır?.. Yoksa sıradan olmayan bir topal, diğerlerinden farklı olduğu için mi fiziksel engeli lakap olarak üzerine yapışır?.. Benimkisi hem derin mizah hem derin felsefe. Anlamanız için size biraz kendimden bahsedeyim. Bu binaya ilk geldiğim günü dün gibi hatırlıyorum. Başlangıca dair detayları dün gibi hatırlamak, üzerime yazılan her şeyin silinmesine rağmen ne kadar güçlü bir hafızam olduğunu gösteriyor. Fakat “dün” dediğime bakmayın, aslında sadece anlatacaklarımdan emin olduğumu göstermek, anlamı güçlendirmek için kullandığım bir deyim bu. Yoksa zaman dilimleri, hatta zamanın tümü konusunda kafam çok karışık. Hangi bina derseniz, ben burayı bir okul olarak adlandırıyorum. Büyük okulda tahta olmak ise üstlendiğim rol oluyor. Kara olmak ise içine sıkıştığım sonsuzluğu ifade ediyor. Ya da sadece rengimi. Belki de seçtiğim tarafımı, duruşumu, sadık yârimi…
Başlangıcın ilk günü kardeşlerimle üst üste geçen stresli bir yolculuk geçirmiştik. Her engebe; bir sıçrayış, bir çarpışma, bir sürtünme katsayısı olarak üzerimizde iz bıraktı… Bu terimi ilk defa fizik dersinde üzerime yazılanlarla öğrendim. Yani başlangıca dair ilk bilimsel açıklamam: friksiyon. Anlamlandırmam, ilişki kurmam çok uzun zaman aldı. Ama başlangıcımda sürtünme katsayısı var. Yani başlangıcımızda…

I. Bölüm: Sürtünme Katsayısı
Sürtünen yüzeylerimiz ne kadar düz gözükürse gözüksün, pürüzlüdür. Yani ne kadar düz görünürsek görünelim, hepimiz pürüzlüyüz. Kusurluyuz. Çünkü kusurlu olmak varoluşumuzda var. Çünkü var edilişimizde kusur öncelikli. Kusur, parmak izimiz. Ayırt edilme yöntemimiz. Kardeşlerimle yolculuğumuz aslında anlam aramanın bazen ne kadar büyük kayıplar verebileceğini göstermişti. Takıldığımız her engel bir varoluşu yok etti. Yeni varoluşların zeminini, biçimini hazırladı. Her zafer de yeni bir hikâyenin kahramanını yarattı.
Kahramanlık hakkında ahkâm kesmek, hükümde bulunmak istemem. Üzerime yazılanlar, insanlık tarafından aynı hikâyelerin sürekli olarak farklı şekilde anlatılmasıyla kafamı karıştırdı. Gerçeklik algımı değiştirdi. Dünün yankısı bugüne güzel bir tını gibi gelirken, yarına kulak tırmalayan, iç ürperten seslere dönüştü. Üzerimden vura kıra, tozu toprağa karıştıra karıştıra silindiler… Isındılar, kaynadılar, buharlaştılar. Yok oldular diyemem ama özgürleştiler…
II. Bölüm: Kaynama Noktası
Özgürlük mevzu bahis olduğunda madde ve ruh arasında sıkıştığınızı, zaman zaman kendi kimyanıza şaşırırken maddeyi ve ruhu birbirinden ayırmada zorluk çektiğinizi biliyorum. Derininize indikçe maddesel düzeyde kayboluyor, mikrodan makroya uzandığınızda ise yine bilginiz yetersiz kalıyor. O noktada derin bir kayboluş ile arayış içerisine giriyorsunuz. Bilginiz, aklınızdaki sorulara yetmiyor. Kafka’ya atfedilen “Herkes beraberinde taşıdığı parmaklıkların ardında yaşıyor” sözü gibi…
Büyük okulda çok kaynama noktasına şahit oldum. Ruhlarınız bir sıvı gibi dış basınca, iç dünyanızdaki atmosferin basıncına eşit olduğunda özgürlüğüne kavuştu. Bunu çok az insanda gördüm. Onun dışında gördüğüm kocaman bir çarpım tablosuydu. Başarılarınızı, başarısızlıklarınızı çarpıştırdığınız…

III. Bölüm: Çarpım Tablosu
Hayatta kalmak için yeni diller, formüller geliştirmenizi takdir ediyorum. Geliştirdiğiniz diller aracılığıyla dünyayı anlamak gibi sorumluluklar yüklemenizi anlamasam da… Defalarca hesaplamalarınızı üzerimde taşıdım. Yanılgılarınızı, yanıltmalarınızı yazdığınız, sildiğiniz rakamları… Aciziyetinizi, hırslarınızı, doğaya, diğer canlılara biçtiğiniz değerleri ifade biçiminizi… Kontrol edebileceğinizi sandığınız şeyler ironik çelişkilerle doluydu. Bilginiz biriktikçe bulunduğunuz varsayımlar, dünya üzerinde kurabileceğinizi düşündüğünüz hâkimiyeti getirdi. Sizi cehaletinizle çarpıştırdı. Aç kaldınız. Hasta oldunuz. Yok oluşunuzu rakamlara döktünüz. Basit hesaplarla çarpılıp, ortaya vahim tablolar bıraktınız…
Fakat onca dersin arasında hayal gücünüzün üzerimde bıraktığı etki tartışılmazdı. Düşünme şekliniz, yaratılanı taklit yeteneğiniz…
IV. Bölüm: Hayal Gücü, Taklit ve Üretim
Düşünme üzerine düşünmeyi ilk ortaya attığınızda bir rolüm olacağı çok açıktı. Sizler gibi düşünsel evrimin gelişmesinde oluşturacağı katkı, beni de heyecanlandırdı. Bazen üzerime yazılan bir soru, koca bir dersi; bazen ise bir ömrü tamamlamanıza yetti. Hayal ettiklerinizi gerçekleştirmek için bir kısmınız materyalizme sıkıca sarılırken, bir kısmınız anlam arayışı içinde doğayı taklit etti. Hayal etti. Resmetti. Müzikleştirdi. Şarkıları sembolleştirdi. Uzun uzun metinlere döktü. Güzeli bulmaya, tanımlamaya; onun yeryüzündeki karşılığını üretmeye çalıştı. En sancılı acıları, tarif edilemez denilen duyguları, korkuyu, heyecanı, aşkı… İçlerinde en kudretli bulduğum ruhun tanımını yaparken, mutluluğu ararken üzerime yazılanlardı…

İsmim tahta, insanlığa göre rengimden ötürü sıfatım kara. Bir ismi edinmenin, bir sıfatın, bir lakap oluşturmasının görünenden daha karmaşık hadisesi olabilir. Karanlık içimizde, dışımızda, üstümüzde; varoluşumuzun herhangi bir yerinde olabilir. Üzerimize yazılanlar yolculuğumuzu belirlerken bizi ifade edebilir. Tanımlayabilir. Bazen bizi tanımladığını düşündüğümüz şeyler bambaşka şeylere hizmet edebilir. Yüklendiğimiz bilgiler boşa çıkabilir. Güzeli, acıyı, gerçeği; inandığımız, uğruna mücadele ettiğimiz her şeyi yeniden adlandırmak zorunda kalabiliriz.
Anlam arayışı içinde, insan olmayı abartmadan varoluşunuza öznel bir ifade biçimi geliştirmeniz… Bana yazılıp silinen en güzel şey…