Geçici süre bulunacağımı bildiğim bir yerde yaşıyorum. Alanım yetersiz, yavaş yavaş şekillenen özgür bir ruhum var. Duyduklarımla anlamlandırdığım, bazen korkuyla beklediğim geleceğim, hazır yemeğim, uzun uyku ve dinlenme anlarım mevcut. Sebep aramaksızın sevdiğim, devamlı sesini dinlediğim bir kadın var. Bu kadının sesi çoğunlukla huzur yüklü olur. Bağırmadan, kelimenin hak ettiği vurguyu vererek güzel şeyler anlatır. Duygu yüklü şarkılar söyler. Sadece ikimizin olduğu anları tasvir eder. Bazen de öfke dolu cümleler, argo sözcüklerle konuşur, bu anlar beni çok zorlar. Sonrasında derin nefeslerle kendini sakinleştirir. Sadece bu kadını değil, devamlı açık olan radyoda saat başı çıkan haberleri, reklamları, sokaktan bağırarak geçen satıcıyı, şarkıları da dinlerim. En zoru ise sözlerini dinlediğim bu kadının ağladığı anlardır. Kuşlar balkon demirine konduklarında, yaptığı yemeğin tadını çok beğendiğinde, sevdiği şarkı radyoda çaldığında ağlar. Telefon konuşmalarından sonra, ev sahibi kapıya dayandığında, yürürken onu tanıyan biri çıktığında da ağlar. Nasıl oluyorsa içinden dolup gelen gözyaşları gözlerinde hıçkırır. Bu ağlama törenleri gün içinde çok defa tekrarlanır ve bu törenlerde ona hep ben eşlik ederim.
Dün gece hiç uyumadı, ben ise kesik kesik uyuyabildim. Aslında güzel bir akşam yemeği yemiştik. Hatta bize yarım bardak kırmızı şarap doldurmuştu. Suratlarımızda bir sırıtış, bulunduğumuz yerde uyuyakalmışız. Ben kapının çaldığını duymadım. “Saçımı bırak!” sözleriyle hafifçe dönen başımı biraz kaldırdım. Sonra yine bulanık bir uykuya daldım. Şarap beni hep böyle yapıyor. Bir dürtme ile sarsıldım. Hırıltılı, derinden gelen bir ses, “Hadi, hadi,” diye bağırıyordu. “İstemiyorum, yapma!” sözleri, kaçma denemeleri bu dürtmelere engel olamadı. Saçından öyle sıkı tutuyordu ki saç diplerindeki acıyı ben bile hissediyordum. Bu sefer ondan önce ağlamaya başladım. Kapı sertçe çarpılarak kapandıktan sonra gücüm olsa ona sıkıca sarılırdım. Konuşmalarından ona benden bahsettiğini, adamın buna çok sinirlendiğini, beni istemediğini, sırf bu yüzden beni hınçla dürttüğünü anlayabildim. Uykusuz gecenin devamında hava aydınlanır aydınlanmaz dışarı çıktık. Sokağın köşesindeki fırından simit aldı, birlikte yedik. Sırtımızı duvara verip karşı dükkânın açılmasını bekledik. Dükkân sahibinin, seslenerek yakınlardaki bir kediyi çağırdığını duyduk. “Gelir şimdi,” diye konuşarak içeri geçince, biz de duvardan uzaklaşıp dükkâna doğru yürüdük. Girdiği kuaför dükkânındaki kadına, saçlarını kestireceğini söyledi. Gecenin uykusuzluğuyla onların bazen telaşlı bazen de sakin konuşmaları arasında uyuyakalmışım. Uyandığımda kuaför, “Kısa oldu, çok da yakıştı. Güzel yüzün ortaya çıktı,” diyordu.
Kuaförden keyifli çıktık. İkimiz de acıktığımızı hissettik. Caddeye doğru yavaş adımlarla yürürken karşı kaldırımdaki esnaf lokantasını fark etti. Cam kenarındaki masaya oturup, çorba söyledi. Bol limon sıkıp bir kaşık almıştık ki geceki adam masamıza oturdu. “Saçların çok kötü olmuş,” dedi. Çorba içmeyi bıraktık. Adam git gide yükselen bir sesle konuştu. Biz sadece dinledik. Suskunluk onu daha da öfkelendirdi. Cebinden sigara paketini çıkardı. “Yanımda sigara içmeni istemiyorum,” cümlesini hepimiz duyduk. Adam, öne doğru iyice eğildi. “Akşama kadar zamanın var. Kurtul!” dedi. O gider gitmez kolundaki saati çıkarıp avcuna aldı. Ben şimdi uzun uzun ağlar diye düşünürken, ağlamadı. Çorbamızı içtik. Sırtımız yine bir duvarda karşıdaki dükkâna bakıyorduk. Kahveci çırağının ıslık çalarak gelişini duyduk. Dükkânın kapısında asılı olan çanın sesi, içeri gireni ve içerden çıkanı haber verince biz de dükkâna doğru adım attık. İçeri girdiğimizde dükkân sahibi, kahveden ilk yudumu almış, fincanı gürültülü bir şekilde tabağına bırakıyordu. Kadın, karşı tarafın konuşmasına fırsat vermeden, artık zamanın durması gerektiğini söyledi. Saatçi, “Bence sizin zamanınız başlasın,” dedi. Yemeğin verdiği rehavet, saatlerin tik-takları ve ikisinin sakin sesleri buluşunca yine uyumuşum. Kahvelerimiz gelince uyandım.
Eve girdiğimizde biraz telaşlıydı. Tüm dikkatimi ona vermiştim. Benimle değil, kendi kendine konuşmayı tercih ediyordu. En iyi yaptığım şeyi yaptım, dinledim. “Bu benim son şansım olabilir. Artık itilip kakılmak, kullanılmak istemiyorum. İlk yapacağım, ondan kurtulmak!” dedi. Umarım kurtulmak istediği ben değilimdir, diye içimden geçirdim. Onun akşam geleceğini biliyorduk. Konuşurken küçük bir çanta hazırladı. Gidiyordu, hayır benim için de bir şeyler koydu, gidiyorduk. Anahtarın kilitte dönme sesini ikimiz de işittik. İrkildik. Sonra elleri titreyerek bana dokundu. “Senin için deneyeceğim,” dedi. Sesinde güvensizlik vardı. Sahip olduklarının kıymetini, kaybetme ihtimalini yaşamadan anlayacak gibi görünmüyordu. Benim her söylenileni kaydettiğimi anlamış gibi, hızlı hızlı pek çok şey anlattı. Şarkı söylemeyi ne çok sevdiğini, yaşadığı kötü şeylerin sebeplerini söyledi ve sustu. Devamında işittiklerim içime işledi: “İlk geldiğimde sahneye çıkmadan önce saçımı yapan ve bana “Evine dön,” diyen gece kuaförü ile bu adamın, borcunu ödemek için beni peşkeş çektiği yaşlı saatçinin şefkat dolu yakınlığı haricinde yalnızdım. İnsanlar yalnız olduğumu fark edip, beni daha çok yalnız bıraktılar. Bir sen…” Cümlenin devamını getiremedi. İçinde yoğunlaşan öfke sesinde de hissediliyordu. Sağ elinin parmaklarını birleştirip sıkı bir yumruk yaptı, öyle ki sırt kasları iyice gerildi. Gözümü kapattım ve kırılan cam parçalarının çıkardığı sesi dinledim. Adamın içerden gelen çığlığını duyduk. Bulunduğumuz odanın kapısını sert bir şekilde açtı. “Her yerini kesmişsin…” dedi, sustu. Gözlerim kararıyordu. Bu durum beni sıkıntıya sokabilirdi. Kendi başıma geleceklere yoğunlaşmışken, kadının ağlamadığını fark ettim. Nefes alıp verişi normaldi. Adamın sesindeki panik ise çok netti. “Öldüreceksin kendini!” dedi. Sadece onun öleceğini düşündü. İlk tanıştıkları zaman birlikte çok keyifli anlar geçirdiklerini, konuştuklarını, güldüklerini anlatmıştı bana. “Onu çok kötü bilme,” demişti. Ama kötüydü. Öyle olmasa olayın kendi başına kalmasından korkup bizi bu halde bırakıp gitmezdi. Kadının tükendiğini hissettim. Kendini bırakıyordu. Planı bu kadardı. Benim ne olacağım, yarın, önümüzdeki ay, bir yıl sonrası bilinmezdi. Bayılmak üzereyken ona varlığımı hissettirdim. Son bir çabayla, her zaman ona el uzatan, sadece saçlarını değil onun geçmişiyle bağlarını da kesen kuaför ile kötü zamanları onun için durduran saatçiyi aradı. Kendimizden geçmişiz.
Bir rüya gördüm. Elimde bir defter vardı. İlk sayfaları boştu. Birkaç sayfa çevirince sayfanın ortasında büyük harflerle “DOĞUM TARİHİ:” yazıyordu. Karşısında tarih yoktu. Boğazımı sıkan bağ yüzünden uyandım. İstersem bu tarihi yazıp, sevdiğim bu kadınla yaşardım ya da boynuma dolanan kordonu sıkar, hayat ile olan bağımı koparırdım. Kritik kararımı geceye yaydım. Annem düzenli nefesler alıyordu. Kalp atışları uzaktan duyuluyordu. Ona sevgiyle seslenen iki kişinin varlığını hissediyordum. Annemin bir elinin okşayarak devamlı bana dokunduğunu, kısık sesle şarkılar söylediğini fark ettim. Acaba ile başlayan hiçbir cümlesi yoktu. Beni istiyordu. Benim de onu isteyip ona tutunmam için bekliyordu. Beklerken dua etti, isyan etti, olmadı küfretti. Her odaya gelene tehlikeyi atlatıp atlatmadığımı sordu, güzel haber alabilmek için bekledi. Saçının tekrar ne zaman uzayacağını hesaplayarak bekledi. Zamanın daha hızlı geçeceğini umarak, sık sık saati sorarak bekledi. Bu uzun bekleyiş onu kararlı kıldı. Güneş doğarken geceyi bitirdim. Deftere belirlediğim tarihi yazdım. Ayağımla sert bir tekme attım.