Bazı Anlar Yaşamdan Büyüktür

“Ömrünüzü güzelleştirecek bir şey almadan hayattan

Bir şeyler bırakmadan ardınızda gelecek adına

Koşaradım tükeniyorsunuz insan kardeşlerim

Koşaradım

Duymadan bir gün olsun dünyayı iliklerinizde..”*

Hepimizin nadirattan da olsa (belki de kıymeti nadiratındandır) “Hayat güzel be!” dediği anlar vardır. Her sene Ekim ayında kendi kendime bu anların muhasebesini yaparım. Güzel anlar sayacından geçiririm bütün bir seneyi. İşte şimdi de yazıyorum. Ne hikmetse, hiç tanımadığım, muhtemelen bir daha görmeyeceğim insanların izi daha büyük oluyor bu hesapta. Sonra çocukların. Evet, bu benim hayatıma dair bir istatistik sanırım. Bilmediğim bir insandan gördüğüm vefayı alıp bağrımda saklıyorum. Gülümseyeceğini ummadığım birinin bana gülümsemesi herkesinkinden daha samimi hissettiriyor. Yapılmak zorunda değilken yapılan bir iyilik veya hatırlayış… Hayatın başka türlü katlanılır olduğunu düşünmem mümkün değil. Hepimiz iradesizce fırlatıldığımız bu yaşamda varlığımızın parlaması için diğerine amansızca ihtiyaç duyuyoruz.

Şimdi o varoluş anlarını düşünüyorum, bir sene içinde içimi yumuşatan anları… İlkinde mendil satan çocuk kafeye giriyor, herkes kendi dünyasından kamusal gürültüye bir parça katkıda bulunurken o, hayalet gibi süzülüyor masaların arasında. Fark ediyorum. Bir mendilini alıyorum, teşekkür ediyor. Buraya kadar normal, hatta sıradan sayılır. O devam ediyor masaları dolaşmaya, ben yeniden işime dalıyorum. Az önce varlığıyla iletişime girdiğim bu küçük insanı, kaotik şehir hayatı anında unutturuyor. Unutturacaktı daha doğrusu, ama neden sonra aynı rotadan geri dönen çocuk usulca yanıma ilişiyor ve tekrar “Sağol abla!” deyip öyle gidiyor. Bakakalıyorum arkasından, “işi bittikten sonra” kimsenin kimseyi tekrar hatırlamamasına öyle alışmışız ki… En son kimden ve böyle yürekten “abla” lafı işittim, bilmiyorum.

Mevsimlerden kış, bir kafede yan masamda bir çocuğun doğum günü kutlanıyor. İzliyorum uzaktan. Masadaki herkesin yakınlık derecesini tahmin etmeye çalışıyorum, her yazma heveslisi gibi. Bir adam hayal gücümü zorluyor. Üstü başı oradakilerden farklı, ayrıksı duruyor biraz da bu yüzden. Davet edilmiş, ama kendini oraya ait hissetmiyor belli. Hediye faslında çocuğa verdiği hediyeyi görüyorum: bir kalem kutusu. Oraya ne kadar ait hissetmiyorsa çocuğu o kadar içten sevdiği gözlerindeki hevesten okunuyor. Çocuk hediyesini açarken içinden gelerek bir çocuğu mutlu eden insanın pırıl pırıl sevinen bakışlarına şahit oluyorum. Bu güzel bir şahitlik yaşam adına.

Bir başka şahitlik anı umuda: Bir dostumun üç yaşındaki kızı bana en sevdiği oyuncağını hediye ediyor. Etme gerekçesi de oyuncağın en sevdiğim renkte olması. Yaşamı boyunca bundan kıymetli hediye alamayacak insanları düşünüyorum. Yine gülümseyişle kapanan bir perde.

Bir gün trafikte, kırmızıda bekliyorum. Hava sıcak, cam açık. Yol kenarında bir meczup ulu orta bağırarak gelen geçenden sigara parası istiyor. Zor zamanlar için sakladığım zulamdan çıkarıp aracını değil, kendisini veriyorum ona istediği şeyin. Dilencilik değil ki bu, bir ihtiyacın dile getirilişi! Bizim gibi filtreleri yok delirerek belirenlerin, doğal bir güdüyle sahip çıktıkları idleri var. Ben de karşılık veriyorum, alıyor. Işık sarıya dönünce kocaman bir eyvallahla uğurluyor beni. Elimle selam veriyorum ona mukabele ederek. On beş saniyede kurulan saf bir arkadaşlık bu. Yine hiç ummadığım bir anda ve mekanda gülümserken bulduruyor bana kendimi.

Evinizin altında bir dükkan varsa, duruma göre ya şanslı ya şanssız sayılırsınız. Benim bir çiçekçim var, hem de işini severek yapan bir çiçekçi. İşini severek yapan bir limoncu da gününüzü güzelleştirebilir. Bir keresinde yeni çıkan çileğin fiyatını sorduğum satıcı amcadan yarım kilo isteyip ona parasını uzatıyorum. Söylediği bir kilonunki imiş. O üstünü avucuma sayarken şaşkınlığımı gizleyemiyorum. “Amma da yaptın!” diyor. Ben, “Öyle bir zamandayız ki üç katını da istesen inanırdım amca!” deyince gülüşüyoruz. Çilekten geriye bir hatıra kalıyor, benden başkalarıyla aynı dünyada yaşadığımı hatırlatan.

Çiçekçiye döneyim, çalışma masamın üstündeki çiçekler soldukça gidip yenisini alıyorum. Bu ritüelin başındayken henüz, onunla da paylaşıyorum bu kadar çiçekle ne yaptığımı. “Ne güzelsin!” diyor bana bunu duyunca. O gün bugündür “çiçek vaktim gelmiştir” diye ara sıra rengarenk çiçeklerinden veriyor bana çiçekçi abla. Masamın güzelleşmesine katkı yapıyormuş. O çiçekleri her gördüğümde bu hayatta istesek de yapayalnız olamayacağımızı anımsıyorum.

Mevsimlerden sonbahar. Bir çocuk evinin önündeki incir ağacından topladığı incirleri satıyor. İncire ve bir çocuğun temiz beklentisine karşı koymam imkansız. Kazandığı ilk paraların imgesini büyüdüğünde kim bilir nasıl hatıralarının başköşesinde saklayacak! Bu hatıralara katkı yapıyorum. Şimdi koşarak eve dönüyor, annesine sesleniyor, az evvel satış becerisiyle kazandığını elinde sallayarak. Onun da ardından bakakalıyorum.

İnsan yanımızın bir başkasına gereksinimi var ortaya çıkmak için. Yaramızı da dermanımızı da bu varlıktan alıyoruz. Bana öyle geliyor ki yaşam hala bu kadar yüceyse bunu, bazı anların ondan daha büyük olmasına fena halde borçlu!

*Şükrü Erbaş, “Koşaradım” şiirinden.

Yorum bırakın