Geceleri çok zor uyuyan, yatakta dönüp dururken baş dönmesi yüzünden uyuyakalan insanlar vicdanen sıkıntılı, hayatında yolunda gitmeyen birtakım şeyler olan insanlar mı, yoksa çok mu zekiler? Başını yastığa koyduğu anı bile zor hatırlayacak kadar kolay uyuyanlar kalbi temiz, alnı öpülesi melekler mi yoksa alayı düpedüz alıklar mı? Bilim dünyasının buna hâlâ çok net bir cevap verememiş olması üzücü.
***
Kendimi bildim bileli uyumakta güçlük çekiyorum, her geçen yıl artan bir güçlük söz konusu. Daha ilkokul beşinci sınıftayken uyuyamadığım için, 16-24 mesaisinden dönen babamdan ufak çaplı bir azar işitmişliğim bile var. Gece saat bire geliyordu, yattığım yerden ayaklarımla duvara tırmanma hareketi yaptığımı görüp neden o saatte uyumamış olduğumu sorduğunda, “Uykum yok baba, uykum yokken uyumak ölüm gibi geliyor,” demiştim, “Ne biliyorsun ki ölümün ne olduğunu,” diye cevap vermişti. Bir sene önce babası ölmüştü. Gerçekten bilmiyormuşum, üç sene oldu babam öleli, hiçbir şey ölüm gibi gelmiyor artık.
Bir gün üniversite kantininde boş poğaça yiyip çay içerken bir arkadaşımız, “Yapılan bir araştırmaya göre geceleri zor uyumak ileri zekâ göstergesiymiş,” demişti. Boşuna zihninizi yoklamayın, aynı sınıfta değildik. Her sınıfta bu bilgiyi heybesinden çıkarıp onaya sunan biri olur, hatta şu klişeyi bu duruma uyarlamak da mümkün: Eğer sınıfınızda böyle biri yoksa, o kişi sizsinizdir.
Masadaki herkes anında benimsemişti bu bilgiyi, sonuçta üniversite adı verilen bir bilim yuvasındaydık, bu kadim yuvanın neferi yalan söyleyecek değildi. Üstelik cümleye “bence” ile değil, “yapılan bir araştırmaya göre” ile giriş yapmıştı. Bende kaldığı günlerde ben daha dişimi fırçalarken horlama aşamasına geçen arkadaşım bile hararetle onaylamıştı, büyük ihtimalle onun aklındaki zor uyumakla bizim yaşadığımız aynı değildi. Başını yastığa koymasıyla yastığın kafasının şeklini alması arasında geçen süreyi zorluk sanıyordu, canım benim. Ama kendisine kızamıyordum da, sonuçta bilim “zor uyamanın” tam tanımını yapmayarak yargısında büyük bir boşluk bırakmış, o da bu boşluğa kafasını yaslamış uyuyordu. Belki de gündüz yediğimiz poğaçalar gece midemiz üzerinden bizimle uyku oyunları oynuyordu, biz bunları bilmeden ne kadar zor uyuduğumuz üzerinden uzun uzun zekâ yarıştırıyorduk, kim bilir…
Çocukluğumuzda sıkça tekrarlanan başka bir bilimsel araştırma, sağlam bir kahkaha atmanın vücuda sağladığı yararın pirzolayla eşdeğer olduğu yönündeydi. Uyku konusundaki araştırmaya göre daha az bilimsel gibi duran bu araştırmanın sonucu, muhtelemen pirzolayı şifa olarak gösteren Yeşilcam filmlerinin etkisiyle şekillenmişti. Bunu bir de eski komşumuz Faruk Amca’ya sormak lazım. Zira adamın besinleri değerlendirirken sadece iki kategorisi vardı: Et gibiler ve et. Birinci kategoride bazen üzerinde kaşar eritilmiş bir mantar, bazen limonlu yaprak sarması bazen de hakiki tereyağıyla pişirilmiş sahanda yumurta oluyordu. Bunlar ancak üzerine düşülüp çaba harcandığında besin olarak değerlendirmeye girebiliyorlardı. İkinci kategoride ne olursa olsun iyiydi, çünkü etti. Bunlar dışındaki hiçbir şey (!) onun nezdinde besin değeri içermiyordu. Faruk Amca muhtemelen kahkaha-pirzola ilişkisini duyduğunda gülüp geçmiştir (pirzola olmasa bile belki bir dilim Afyon sucuğu edecek kadar bir gülümseme).
38 yaşındayım ve benim bir kahkaham yok. Bazen ağız dolusu gülüyorum, zaman zaman gözlerimden yaş geldiği bile oluyor, ama kahkaham yok. Bir yerlerden duyduğuma göre kahkaha sonradan edinilebilen ve hatta değiştirilebilen bir şeymiş, muhtemelen bilimsel bir araştırmaya göredir. Eğer bu doğruysa, belki tam tersi, kaybetmek de mümkündür, belki de ben sonradan kaybetmişimdir. Bir kelimeyi tekrarladıkça o kelimeye yabancılaşır ya insan, sanki çok sık tekrar etmekten anlamını unuttuğum bir kelime kahkaha. Pirzolaya olan düşkünlüğümü de Nuri Bilge Ceylan’ın “muhtar sahnesine” ve bu kahkasızlığıma bağlıyorum. Kolesterolsüz, damar tıkayan yağlardan ırak bir kahkahaya sahip olamadığım için belki pirzolaya, bonfileye vuruyorum kendimi. Belki de zeki olduğum için değil de kahkasız bir mal olduğum için yüksek kolesterol uyutmuyordur beni, kim bilir…
Şimdilerde kahkaha arıyorum. Beğendiğim, suratıma da yakışan bir tane bulursam taklit yoluyla öğrenmeye çalışacağım. Çünkü bu yaşımda anladım ki, kahkahası olmayan insanın şakası da yok sayılıyor.