Zaman içerisinde birkaç penceresi kırılmış olan bir bina hayal edelim, kimse bakmamış, kimse uzun zaman dikkat etmemiş. Kendi kendisine ayakta durmaya başaran ama güçsüzlüğü yüzünden dışarıdan gelen etkilerle sürekli çatlayan camları olan bir bina. Temelde güçlü ve dimdik ayakta ama ince bir biçimde derinlerini incelersek bir o kadar da kırılgan bir yapı. Bakım görmemiş ve tamir edilmemiş camları gören şiddet ve zarar verme potansiyeli yüksek insanlar birkaç cam daha kırmada bir sakınca görmezler. Ya da sadece kendileri de bir iki camı kırsa bir şey olmaz diye düşünen insanlar taş fırlatırlar ve sürekli olarak kırarak bilerek ama bilmeyerek zarar vermeye devam ederler. Ayakta dimdik duruyor gibi görünen bina, kendi içinde dış etkilerden ve üstüne uygulanan tepkilerden dolayı kırılmaya ve yaralanmaya devam eder.
Bu teoriden nereye bağlanacak bu konu?
İnsanoğlunu dimdik ayakta duran bir bina olarak ele alalım. Sürekli olarak insanlara gösterdiğimiz yüzümüz, güçlü, sağlam bir şekilde ayakta duran, zorluklarla mücadele içinde olan ve asla yıkılmayan yapımızdır. Yukarıda anlatılan bir bina olarak kendi içimize döndüğümüz zaman, dışarıya gösterdiğimiz güç gösterilerinin arasında veya arka planında aslında kendi içimizdeki kırık camları gizlemek olduğunun farkına varıyoruz. Toplumda, yakın çevremizde ve ailemizdeki insanların en ufak bir çatırdamamızda camlarımızı kırmak üzere hazır beklediklerini görüyoruz. Hele bir de kırık camlarımızdan birkaçını gösterdiysek buraya müdahale ederek iyice kırmayı kendilerinde hak olarak görüyorlar. İç benliğimizi tedavi etmek için destek istediğimiz zaman ihtiyaçları için sürekli olarak canımızı dişimize kattığımız insanlar kırık camlarımızı onarmak yerine bir darbede kendileri vuruyorlar. Ailenin mutluluğu, günlük hayatın sorunsuz geçmesi için kendimizden verdiğimiz fedakarlıkları görmek istemeyenler, kırılan iç dünyamızı onarmak yerine bir taş da kendileri atmayı tercih ediyorlar. Ufak bir tebessüm veya sadece bir teşekkür için çabalasak da çoğu zaman kırıklarımızın üstüne yeni darbeler almaya devam ediyoruz.
Toplumsal açıdan şöyle bir etrafımıza baktığımızda genel olarak bu durumu çok sık görüyoruz. Mesela, “Düşüne bir de sen tekme at.” “Tebrik etme ama eleştir.” Tüm bu alışılmış kavramların içerisinde topluma bağlı bireylerin yaptığı tek bir durum var “Öğrenilmiş Çaresizlik”. Bu duygular içinde yaptıklarımız sevdiklerimize verdiğimiz değer olarak değil, görev olarak bilinçaltımıza işleniyor. Bunu değiştirmek için kendi bakış açımızı öncelikle kendi üstümüzde değiştirerek çevreye uygulamak ilk büyük adım olacaktır.
Bu durum içerisinde tek başınıza kaldığınızda “Ben bir bireyim” diyebiliyor musunuz?
Kendinizin farkında değilseniz, boşluklar ve yaşam içinde kaybolduysanız ve çıkış yolunu kendi başınıza bulmaya çekiniyorsanız siz birey değilsiniz. Siz camları sürekli olarak kırılan binanın ta kendisisiniz. Ya ayakta durup kırık camları gizleyerek rol keserek benliklerimizi yitireceğiz ya da bütün camları onararak toplum içerisinde gerçek benliklerin arasında var olmaya başlayacağız…
Kaynak: Kırık Cam Teorisi-Wikipedia.