Kopenhag Üçlemesi- Tove Ditlevsen

“Çocukluğun içinden çıkmak mümkün değil, üstüne koku gibi siner. Her çocukluğun kendine has bir kokusu vardır.”
Tove Ditlevsen, Çocukluk

 Çocukluk yılları bir şair olma hayaliyle geçen Tove Ditlevsen 1917’de Kopenhag’da işçi sınıfı bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelir. Kadın kimliği, bellek ve çocukluk masumiyetinin kaybı, kitaplarında tekrar eden temalardır. Hayatı boyunca kısa öyküler, romanlar, şiirler ve anılar olmak üzere yirmi dokuz kitap yayımlar.

 On yaşında şiir yazmaya başlayan yazar yetişkin hayatı boyunca alkol ve uyuşturucu kullanımıyla mücadele eder, birkaç kez psikiyatri hastanesine kaldırılmasına rağmen hayata tutunamayıp 1978 yılında intihar ederek ölür.

 Çocukluk, Gençlik ve Bağlılık olmak üzere üç bölümden oluşan Kopenhag Üçlemesi,* Tove Ditlevsen’in kendi hikâyesini anlatan otobiyografik bir seridir. Üçlemenin okuyucuyu içine alan, yabancılaştırmadan duyguları aktaran ve anlatımın basitliğine rağmen etkileyiciliği karşısında afallatan bir yanı var. Bu samimiyet beni o kadar etkiledi ki üçlemeye ve yazara dair birkaç satır yazıp sizlerle paylaşmak istedim.

 Günümüzde, ülkesinde edebiyat derslerinde okutulan ve Danimarka’nın en önemli yazarlarından biri olarak ilan edilmiş bir kalem Tove Ditlevsen. Tabii işin başlangıcı böylesine kolay değil. Kopenhag Üçlemesi yazarın bu bağlamda yaşadığı zorlukları, kadın olarak yazmayı ve bugün baktığımız pencereden ülkenin kadına bakış açısının yıllar içinde nereden nereye geldiğini, hayatta kalma çabasını çok güzel anlatıyor.

 1967-71 yılları arasında yayınlanan üçlemenin birinci bölümü olan Çocukluk’ta yoksulluğu, kadının yersiz yurtsuzluğunu, unutulmuş mahalleleri ve bir kız çocuğuna biçilen en kadim hayali, bir beyaz atlı prens tarafından kurtarılma umudu üzerine kurulmuş bir hayatı okuyoruz. Yazar cinsiyetinden dolayı kendisine hak görülmeyen şair olma arzusunu, ailesiyle paylaştığı evde kendine ait bir alan bulamamasını ve çocukluğun içine sıkışmışlığını şöyle ifade ediyor:

 “Çocukluk karanlık ve bodrum katına kapatılıp, unutulmuş küçük bir hayvan gibi devamlı inliyor. Soğuk havada buharlaşan nefesin gibi ağzından tütüyor, bazen çok küçük, bazen çok büyük geliyor. Asla tamamen uymuyor.”

 Bu ilk kitapta, Tove, ailesini ve annesiyle olan ilişkisini kalbinin en kırık yerinden anlatıyor. Anne her fırsatta varlığı ile yokluğunun altını çiziyor buna rağmen Tove, çocuk gözüyle acımasız bulduğu dünyada kendi varoluş amacından vazgeçmeden yaşam savaşı veriyor. Bu ilk bölümde her türlü engele, düşünce yapısına rağmen hayalinden vazgeçmeyen, illa yazmak isteyen küçük Tove’yi okuyoruz.

 Ditlevsen, bunları tamamen bir çocuğun gözünden aktarıyor, dolayısıyla “yazarın” bir çocuk olmasına izin veriyor. Bu samimiyet ve yanlış anlaşılma kaygısızlığı anlatıcıya “çocuğun dünya anlayışını” olduğu gibi aktarma fırsatı sunuyor. Ustaca kullanılan bu teknik bence Ditlevsen’in olduğu gibi kabulünü ve bugün hâlâ çok okunan bir yazar olmasını beraberinde getiriyor.

 Yaşarken sahip olduğu asi ve özgür ruhu, yazarken de hissediliyor. Dolayısıyla okuyucunun ne düşünebileceğine aldırış etmeden, çocukluğundan utancını, sıkıntısını dile getiriyor. Bu bağlamda yazarın yetişkin hali, ilk kitapta nadiren karşımıza çıkıyor. Okurken, bunu nasıl becerdiğini düşünmekten kendimi alamadım. Günlük tutmanın harika bir şey olduğuna bir kez daha karar verdim. İnsanın kendi tarihini kayıt altına alması, her geçen gün değişen benliğini yoklaması, sonra geri dönüp kendi hayatına üçüncü göz olabilmesi bambaşka bir şey.

 İkinci kitap Gençlik ise tüm olumsuzluklara ve imkânsızlıklara rağmen, bir gencin hayattan zevk alma çabalarıyla birlikte yazar/şair olarak kendini gösterme gayretini ve değişen dünyasını ele alıyor. Tove’nin neredeyse görünmez olduğu işler ve tekinsiz erkekler üzerinden çocukluktan çıkışına ve bunu yaparken genç bir kadın olarak hayatta kalma çabasına şahit oluyoruz. Bu ikinci kitap için tıpkı bir ortanca çocuk gibi kimlik arayışı oldukça yoğun demek mümkün. Diğer ikisinin yanında biraz daha sönük kalıyor.

 İlk şiirlerini on dört yaşındayken bir editörle paylaşma cesareti gösteren Tove, bir dolu vasıfsız işte çalışıyor. Bir kızın ancak bir erkek tarafından kurtarılabileceğine inancı, onu annesinden altı yaş büyük bir editörle evlenmeye itiyor. Bu ikinci bölümde Tove’nin kadınlığı keşfine, annelik yolculuğuna ve erkekten erkeğe kendini bulma ve yazar olma çabasına şahit oluyoruz. Bir gece düşünmeden kayıtsızca beraber olduğu bir adamın ona bambaşka bir gerçeklik sunmasıyla hikâyenin yıkıcı dönüşü başlıyor.

 “Genç olmak denen şey geçici, hassas ve fani. Son bulmasını beklemelisin, başka bir manası yok.”

 Cehennem yeryüzünde bir yer! Üçüncü kitap, Bağımlılık ya da Evlilik, çocukluğunu çok yakından bildiğimiz, hayallerinin peşinden koşan o kızın, hah tamam şimdi oldu dediğimiz anda, yoldan çıkışına, manipülatif bir adamın elinde uyuşturucu ile imtihanına tanık olduğumuz serinin son kitabı. Bağımlılık tüm çıplaklığıyla tüm aşkları, evlatları, yazar olma tutkusunu silip süpürerek karşımıza çıkıyor! Okur olarak bir kez daha afallıyoruz. Tüm uğraşlar sonucunda bunun aslında hiç bitmeyecek bir oluş hali olduğunu fark eden yazar; bağımlılığı her şeye rağmen büyüyen, istenmeyen bir embriyoya benzetiyor. Bence o anda insanlığından dolayı onu affeden okuyucu da muazzam bir ümitsizlikle durumu kabul ediyor. Yazar bu son bölüme isim verirken bir kelime oyunu yapıyor. Üçüncü kitabın orijinal adı olan “gift” kelimesi Dancada iki anlam taşıyor, biri evlilik diğeri ise zehir.

 “Korkunç bir tuzağa düştüğümü hissediyordum ama nerede, kapanın ne zaman ve nerede üzerime kapanmaya başladığını çıkartamıyordum.”

 Bu arada üçlemenin bana enteresan gelen bir başka tarafı o yılların Danimarka’sında kadına şair olmak dahi hak görülmezken ya da işçi olarak cinsiyet ayrımı yapılırken söz konusu cinsellik olduğunda bir kadının erkek kadar rahat ve hak sahibi olması oldu.

 Bir başka konu ise bunca fakirlik ve mutsuzluktan sonra gelinen refah noktası. Ve birçok anlamda medeniyet örneği olma hali, tüm bunlar bu kadar kısa zamanda nasıl mümkün oluyor? Ülkemin bunca zorluk ve hayal kırıklığı yaşadığı şu dönemde yazarın kadın olma çabası, bağımlılığı, anne meseleleri hepsi birden bende yerini bu soruya bıraktı. Bunca sıkıntının içinden nasıl çıkar, nasıl daha iyiye gideriz?

 Monokl Yayınları çevirilerinin temizliği ile dikkat çekici ve takibi hak eden bir yayınevi, bu çalışmada da çevirmen Leyla Taner harika bir iş yapmış.

 Bu yazıyı tamamlarken Monokl Yayınları’ndan Volkan Çelebi’ye sizin için birkaç soru sordum:

 Günümüz koşullarında nitelikli yayıncılık yapmak oldukça zor. Monokl Edebiyat bu yönüyle son yılların dikkat çeken yayınevlerinden biri. Özellikle çeviri seçkileriniz ve çeviri titizliğiniz bu anlamda okuyucuyu doyuma ulaştıran nitelikte. Çeviri yapacağınız yazar ve kitapları nasıl seçiyorsunuz?

 Dünya edebiyatının en nitelikli ve nadide eserlerini bir inciyi arar gibi arıyor ve örtüsünü kaldırarak parlaklığını okurlara ulaştırmaya çalışıyoruz… Seçimler bakımından da sürekli takip ettiğimiz yerel ve uluslararası ödüller var; onların uzun ve kısa listeleri. Ayrıca özellikle edebiyat dünyasında ABD kaynaklı haber ve trend akışını takip etmek faydalı oluyor. Tabii dünyanın başka dillerindeki butik yayınevlerinin yeni çıkanları da sürekli radarımızda.

 Aynı kitabın birden fazla çevirisi olduğunda çevirinin önemini daha iyi anlıyoruz. Çevirilerden birinin çok akıcı okunurken diğerinin kör topal ilerlediğine şahit oluyoruz. Sizce çevirideki en önemli unsur nedir?

 Çeviride anlama bağlılık kadar önemli olan bir diğer unsur akışkanlıktır, metnin çeviri kokmaması da usta işi bir çeviri ile karşı karşıya olduğumuzu hissettirir. Türkçede bir ifadeyi nasıl güzel ve yalın söyleriz çok önemli bir sorudur.

 Kopenhag Üçlemesi’ni siz nasıl tanımlarsınız?

 Çağımızın kadın edebiyatı açısından mihenk taşı bir yapıt olarak tanımlarım; kadın mücadelesinin özellikle şiir ve edebiyatla iç içe geçirdiği elli yıllık dönüşümü izletiyor bize Ditlevsen.

 Yakın zamanda bizi tanıştırmayı düşündüğünüz, yeni yazarlar ve çeviri kitaplar geliyor mu?

 Evet yeni yazarlarımız olacak, yayıncılık dünyasının içinden geçtiği derin kriz nedeniyle biraz yavaşlamış olacağız sadece.

*Kopenhag Üçlemesi:
Çocukluk, Gençlik, Bağımlılık
Künye
Yayınevi: Monokl Edebiyat
Eserin Özgün Adı: Barndom, Ungdom, Gift
Yazar: Tove Ditlevsen
Çevirmen: Leyla Taner
Editör: Mehmet Rasim Emirosmanoğlu
Tür: Otobiyografik Roman

Yorum bırakın