Yaşlı adam gözlerini açtı ve tavana donuk bakışlar attı. Kendine sorular soruyor, nerede olduğunu düşünüyor fakat hiçbir şeye anlam veremiyordu. Oldukça yumuşak olan yataktan kalktı, odayı inceledi. Oda dikdörtgen şeklindeydi ve eşyası oldukça sıradandı. Kapıdan girildiğinde tam karşıdan bakan cam selamlıyordu giren kişiyi. Hemen altında eski bir sandık, solunda boydan boya bir yatak, sağında ise oldukça büyük kıyafet dolabı bulunuyordu.
Bu küçük oda gerekli eşyalarla doldurulmuş, fazlalığa yer verilmemişti. Odaya hâkim olan sarı renk ise insanın içini bayıyordu. Odanın eski ve bakımsız olduğu göze çarpan çatlaklardan anlaşılıyordu. Yaşlı adam odadan çıktı.
Hâlâ anlayamamıştı nerede olduğunu. Hayatında hiç görmediği bir yerde uyanmıştı, oraya nasıl geldiğini de hatırlamıyordu. Her adımında ruhuna işleyen endişe ve korku ile geziyordu evi. Her duyduğu seste irkiliyor, soğuk soğuk terliyordu.
Evi dikkatlice gezip tanıdıktan sonra tuvalete gitti, elini yüzünü yıkadı. Başını kaldırıp aynaya baktığında boynunda asılı olan künyeyi gördü. Okumaya çalıştı ancak gözleri ileri derecede bozuktu ve yazılar okuması için yeterli boyutta değildi.
Tuvaletten çıkıp mutfağı gezdi. Dikkatini çeken, yaşama belirtisi gösteren bir şey görmedi. Suyunu içip çıktı.
Rutubet kokan bu evden sıkılmıştı. Dışarı çıkıp hava almak için kapıya yöneldi. Bir anda arkasından iki el belini kavradı. Anlayamadı ne olduğunu, başını çeviremedi, olduğu yere çivi gibi çakıldı. Ama içinde herhangi bir kötü his oluşmadı. Aksine bedeni mayışmış, tüm ruhunu anlamsız bir huzur kaplamış, sonsuza kadar o duyguda hapsolmak istemişti.
Yaşlı adamın belini saran kişi konuşmaya başladı. “Günaydın hayatım, uyanmanı bekliyordum ben de. Hadi kahvaltımızı yapalım. İlaçlarını içmeyi de unutma.”
Beğenmedim