Umudun Varsa

 Mutfağa döndüğünde az önce demlediği çayın buharıyla bütün camların buğulandığını gördü. Karşı koyamadığı yazma isteğiyle pencerenin önünde durdu. Tıpkı çocukluğundaki gibi parmağıyla cama “Umudun varsa dünya cennettir…” yazdı. Sonuna da üç nokta koydu.

 Ocakta fokur fokur kaynayan çaydanlıktan fincanını doldurdu. Avuçlarının içinde çayın sıcaklığını hissettikçe mutluluğu arttı. Minderinde uyuyan leylak renkli, sarı gözlü miniğinin pembe patilerine baktı. Yumuşacık tüylerine bir öpücük kondururken mırıldanmaya başlamasıyla iyice keyiflendi. Mutfağında bir demlik kaynayan, minderinde bir patili uyuyan her ev mutlu ve gerçek evdi. Buna yürekten inanıyordu.

 Pencereden dışarıyı seyretmeye koyuldu, baharın iyiden iyiye kendini hissettirmesiyle pembe beyaz çiçeğe duran ağaçlar umudunu arttırdı. Dumanı tüten çayından sonsuz huzuru yudumladı. Ebedi döngü tamamlanmış rüzgâr yine ılık nefesini üflemiş doğayı uyandırmıştı. Ancak iki gündür kışı aratmayan soğuk hava çiçeklenmiş dalları tehdit etmeye başlayınca kuşkulandı.

 İstemsizce, “Ya aldanırlarsa?” diye düşündü. Kaygı bir gölge gibi aralık kalmış kapıdan girdi. O farkına varmadan kara bir yılan olup çörekleniverdi en gizli köşeye.

 Bir fincan çay daha doldurup içeriye geçti. Kitabını okumaya kaldığı yerden devam etti. Birden ilham gelince şiir defterine uzandı. Aklındakileri unutmamak için aceleyle yazamaya başladı.

 Çalışma odasında ne kadar zaman geçirdiğini kestiremedi ama gün gece gibi kararınca meraklandı. Koltuğa yasladı. Kalemini defterinin arasına yerleştirdi. Bembeyaz sayfada şekillenen şiiri bir kez daha gözden geçirdi. Memnuniyetle gülümserken tekrar mutfak penceresinin önünde buldu kendini. Aynı anda göğün bitimsiz boşluğunda, güneşin önünü kaplayan koca koca bulutların belirdiğini gördü.

 Yağmur birden bastırdı. Fırtınayla karışık, öyle hızlı yağdı ki ne olduğunu anlamadan ağaçlardaki çiçekler kar gibi her yana savruldu. Mevsimler karışmış doğa adeta terör estirmişti. Uçan, örselenen sonra hırpalanıp yere düşen çiçekleri görünce ruhu daraldı. Koltukta mırıl mırıl uyuyan pembe panterine döndü. Onu görmek bile sakinleşmesine yetmişti.

 Kısacık bir an kedisine baktı sonra pencereden dışarıya… Başı döner gibi oldu. Ayakları yerden kesildi. Gözlerinin gördüklerine inanamadı. Ne olduğunu anlayamadığı kâbus gibi bir yanılsamanın içinde sallanmaya başladı.

 Patlayan pencereden fırlayan cam kırıkları bedenine saplanırken kedisinin attığı korkunç çığlık ve gümbürdeyen yüreğinin sesi kulağına geldi. Gözlerinin önünde yer gök birbirine karışırken en son gördüğü camda yazılı duran “Umudun varsa dünya cennettir…” yazısı oldu. Düşünceler yıldırım hızıyla beynine hücum ederken bütün hayatı saniyenin binde biri kadar kısa sürede gözünün önünden aktı gitti…

 Kendine gediğinde zifiri karanlıktı ve sanki sırtında tonlarca yük vardı. Köşeye sıkışmıştı. Annesinin karnındaki cenin gibi kıvrılmış, hiç kıpırdayamaz olmuştu. Can havliyle bağırmaya başladı. “İmdaaaat!” diye defalarca seslendi. Tıpkı kendisininkine benzeyen korku dolu, çaresiz çığlıklar duydu.

 Aklı başına geldikçe, korkusu daha da arttı. Bir varmış bir yokmuş misali hayatı başlamadan bitmiş miydi? Oysa masallardaki gibi yaşamak isterdi.
Korkusunu ve acısını azaltmak için mutlu anlarını aklından geçirdi. Annesini, babasını, kardeşini düşündü. Yüreği burkuldu. Kim bilir ne haldeydiler? Kilometrelerce uzaktan gelip kızlarını bulabilecekler miydi? Yoksa bu enkazın altında kum tanesi gibi kaybolup gidecek miydi? Bütün varlığını esir alan o dev gibi korkuya rağmen hayatta kalmak istiyor, çaresizlik içinde sadece bağırabiliyordu.

 Zaman kavramını yitirmişti. Her daim geceyi yaşıyordu. Bir daha güneşi, gökyüzünü göremeyeceğini düşünerek hayal kurmaya başladı. Yorgunluktan, soğuktan, açlık ve korkudan içi geçerken rüyasında kendini sıcacık, güneşli bir günde yemyeşil, uçsuz bucaksız kırlarda koşarken gördü.

 Tuhaf bir duyguyla irkilerek uyandı. Gözlerini zifiri karanlığa açmasına rağmen içindeki korkunun hafiflediğini, derinlerde bir yerde umudun yeşermeye başladığını fark etti. Soğuktan donmak üzere olan ayaklarının ısındığına yemin edebilirdi.

 Kulağına gelen mırıltı aklına kedisi Pembe Panter’i getirdi. Acıyla, özlemle yüreği öylesine yandı ki ona ne olduğunu düşünürken belki de hayatının mucizesi gerçekleşti. Buradaydı! Pembe Panter ayaklarının ucundaydı. Nereden gelmişti? Nasıl gelmişti? Soğukta donmak üzereyken sıcacık bedeni, yumuşacık tüyleriyle hayatını kurtarmış yeniden umut etmesini sağlamıştı. Miyavlayarak yanına gelen kediciğine el yordamıyla uzandı. Bütün vücudu titredi. Acı içinde kıvranırken annesinin sesini duydu…

 Ana haber bültenlerinde günlerce umudun öyküsü anlatıldı.

 “Depremden üç gün sonra enkazdan mucizevi kurtuluş…”

 “Kedisi Pembe Panter hayatını kurtardı…”

 “Pembe Panter yaralı sahibine ulaştı.”

 “Enkaz altındaki kızlarına kedisi Pembe Panterin çipini takip ederek ulaştılar.”

 “Mutlu son… Pembe Panter ailesiyle birlikte deprem bölgesinden ayrıldı…”

 

 Umudumuzu canlı tutan, bütün patili dostlara minnet ve sevgiyle…
<

12 thoughts on “Umudun Varsa”

  1. Bizi ayakta tutan şey sevmek, bazen bir çayı, bazen doğayı, bazen bir hayvanı… Sevgi varsa, sevebiliyorsa insan tum kaygılara rağmen umut her zaman tekrar kapıyı çalıyor… Sevgili arkadaşım kalemine sağlık tamda umuda ihtiyaç duyduğum bir anda sen de bana yazınla umut oldun, hep yaz… Sevgiyle ve yürekten tebrikler…

  2. Seher Altınkaya

    Yaşama ,sevgiye ,dostluğa dair umutlarımız hiç eksilmesin hep çoğalarak yüreklerimizi ısıtsın gerçekten buna çok ihtiyacımız var.
    Evinizde de çayınızın buharı,sevgi muhabbet, patili dostlarınız hep var olsun. Sevgiler.

Yorum bırakın