Lotus

 Sevgili Hasan Ildız’ın, Alya’ya Şiirler dizisine ait Anemon ve Petunya’dan sonra üçüncü olarak yayınlanan Lotus; Klaros Yayınları’ndan Ocak 2023’te çıkmıştır.

 Adından da anlaşıldığı gibi Lotus (Nilüfer): Neyl-ü fer; ışığa ulaşmak, o şerefe nail olmak amacıyla, ana karakteri Alya olan dizeler etrafında, şairin sol anahtarına öncülük etmiştir. Kapak resmini ilk gördüğüm anda “Millais”ın, hüznün ve aşkın resmi olan “Ophelia”sını anımsadım. İşte bu, dedim. Lotus’u ve Alya’yı temsil edebilecek daha iyi bir kapak resmi olamazdı. Sakin, yalnız ve derin. Güzel tasarlanmış, sahici ve yoğun duygulu… Yazmak, hep bir yeniden yazma eylemi gerçekleştirmektir. Bilincin en iyi ortaya çıktığı alan, edebiyat ve özellikle şiirdir. Şair, toplumun sahnesi ve eser şairin evidir.

 Hasan Ildız, yaşantıyla ilişkilendirdiği düşsel kurguları, sözcük ve söz dizimiyle zenginleştirip, anlatmak istediğini okuyucuya şiir olarak sunuyor. Neşet Ertaş’ın “Senden ayrı ben bir mekân kurmadım” dediği gibi, şairin de doğal dünyayı yeni bağlantılar kurarak, yeni keşifler yaparak, doğa, tarih, mitoloji ile farklı zaman ve mekânlardan oluşan sözcüklerden yurduyla, yani buradayız dediği sevdiğiyle, Alya’sıyla kurduğu evdir Lotus.

 “Doğumu kardeştir bazı şehirlerin/ Bazı sokaklar ayrılmaz ikizinden/ Sen leyli meccanide saçlarını örerken/ Bastıra bastıra ütülerken/ Ruhunun kırıl kırış yerlerini/ Anneni öldürür bir doğu gerilimi/ Bilmez kimse katilini, annen/ Tek başına yazmıştır/ Sana sahte süt veren incirin hikâyesini” dizeleriyle, içinde yaşadığı toplumdan yansıttığı olgular, nasıl dile geldiğiyle değer buluyor.

 Lotus’ta dili zorlamıyor gibi görünüp, sözcük avına çıkıyor aslında. Yaşamı, coğrafyası, geleneği, geçmişi, çağı, duyguları, algıları, izlenimleri, sözcükleri tek tek etkileyip, dizilmelerini sağlamış şair.

 “Sana Yürüyorum” şiirinde “Annemin kör bıçağına güveniyorum/ Kazıyorum, sıyırır gibi karanlığı/ Yüzümden boyunlarıma akıtıyorum” diyerek, dehşeti, “Aklımda yaradana duyduğum tamah/ Kalbimde yağmur suları/ Ve Alya’nın bıraktığı ah” diyerek karmaşıklığı, “Ben istedim bunu/ Bir kastı yok Tanrı’nın, bir garezi yok/ Ben çıkardım o siyah geceliği üstünden/ Seni sevmek benim tercihimdi” diyerek arzuyu, “Tanrı ‘peki’ dedi sadece/ ‘Gideni gittiği yere süreceğim’ dedi/ Onun için orman da yürüyor benimle/ Nereye gitsem/ İçimde bir savaş hali bu yüzden/ Alnımda uyutulur bir garip secde” diyerek zorunlu kabullenişi bildiriyor.

 Ve “Ahhh” çekiyor çokça Lotus’un dizelerinde. Yanlış saymadıysam tam on altı kez “Ahhh” ünlemi geçiyor. Bu “Ahhh” çekişler, şairin kendi deneyiminden, kendi acısının içselliğiyle beslendiğine delalet ediyor. Aşk acısından. Belki de bu yüzden en çok “kırmızı” rengi kullanıyor anlatımlarında.

 “Post Human” şiirinde; “Kovanı, güğümünü kapmış geliyorsun/ Sebil olan benim, aşkın maisi bende/ Önce gülen yüzünü daya/ Sonra güğümünü göğsüme/ Ben incinmem, acımaz tenim/ Doldur kovanı ve bırak/ Çıplak ayaklarımın üstüne/ Cennete giden ayak/ Buzda da yürür, ateşte de/ Cehennem denen tuzak/ Varsın Kafka’nın kalbinde kalsın/ Varsın melekler yansın/ Milena’dan önce/ Bu bir kıyamet provası/ İçimde taşıdığım/ Sen bu yüzden şaşkınsın belki/ Görenler bu yüzden şaşkın/ Buddha akranım olur benim/ Kavuşmuş ruhlar sofrasında/ Gündüzde ve gecede/ İki tabak dip dibe” dizeleriyle, belki de hiçbir şairin yapmadığını yapıp, Alya’sının sözcüklerine yer vererek onore ediyor sevdiği kadını, yaşarken. Ve ölümsüzleştiriyor.

 “Ah ne zordur yürümek ah/ Hiçbir pisliğini şehrin/ Tabanlarına değdirmeden/ Yüreğini çizdirmeden karanlığın kamasına/ Sıyrılıp geçebilmek/ Çocukluğun öksesinden” derken, günlük hayatta önemsiz gibi görünen pek çok hareketin, ne kadar hayati değer taşıdığını, dışarıdan bakmakla, görünmeyenlerin özümsenemeyeceğine atıfta bulunuyor.

 Biçim ve yapısıyla, içeriğiyle, sanatsal kalıcılığıyla, “Aprın Çor Tigin”den günümüze pek çok şairi incelemiş, kendi “bediiyatını” oluşturmuş, sadece yazan değil, çok çok okumuş ve okuyan bir şairle karşı karşıyayız. Şiir, okuyucunun nasıl kültürel yaşam kaynağıysa, yazmak da Hasan Ildız’ın besin kaynağı ve yaşam biçimidir. Bilin ki o, çoğalmadığı, sesinin çıkmadığı gün, ölmüştür.

 “İstediği kadar kırmızıya çalsın dünya/ Aşk ne bir kara kalem çalışmasıdır/ Ne de tuvalde bir sulu boya/ Aşk/ Direnmektir hayata/ Dayata dayata isteklerini/ Ve kapıları yumruklaya yumruklaya/ Aşk direnmektir” dizeleriyle, içimizde var olan aşk hissini ortaya sunmak için, kurumuş, taş kadar sert bir ekmeği öğütürcesine ufalamıştır sözcükleri. Araçsal biçimden, yansıtıcı biçime çevirmiştir dili.

 Şair dilini bizimle paylaşırken, hissiyatını, hayat tarzını da paylaşmaktadır. Herkesin deneyiminin farklı olduğu gibi, sınırları da farklıdır. Hayatındaki fazlalıklar, eksikler, açlığı, doyum noktası, düşlemini ve hayal gücü, yeni duygu durumlarını ortaya koyar. Ve şairin dizelerinde bu gerçek deneyimlerin ve yaşanmışlıkların derin izlerinin görülmesi kaçınılmazdır.

 “Bir yağmur gölgeni yıkasa/ Ben sabun sürsem güneşsizliğine/ Şehrin ortasında olsa her şey/ Sokaklar/ Bir daha çeki düzen verse kendine/ Aşk, yeni yetme bir çocuk gibi/ Çıldırıp dağlara gitse/ Bıraksa bir uçurumdan kendini./ Sen ağzını açtığında/ Dağların en güzel kuşu uçsa/ Ve bana gelse/ Bana gelse elinin çizgilerinde/ Uzun uzun akıttığın ırmaklar/ Gökyüzü erguvan mevsimi olsa bizim için/ Bizim için dünyanın en güzel cenneti/ Bir çocuğun yüreğine kurulsa/ Aşk yaralı bir hayvan gibi/ Sadece ikimize kalsa…” şiirinde, sözcüklerin anlamlarını basitçe verebileceği halde, yan anlamlarıyla sarmalayıp, kocaman bir örüntüye dönüştürmüştür. Böylece hem sözcükler bağımsızlaşıp her okuyucunun kendi deneyimiyle ilişkilendirilebileceği açığa çıkmıştır hem de şairin sunduğu deneyimleri yaşayıp yaşamadığı bilinmezliği vurgusu.

 CABECEO (bakış) şiirinde “Yaptığım fenalıktır, kabul ediyorum/ Çünkü sana baktığım zaman/ Gözlerim mülkünde kalıyor/ Alamıyorum./ Yediğim kul hakkıdır bile bile/ Bile bile senin toprağını elliyorum/ Bu kanlı kesişme/ Sokaklara taşıyor gitgide Alya/ Öpüşmek bir yağmalaşma oluyor/ Kentin geleneğinde” derken, bakmanın, dokunmanın bireysel mi yoksa toplumsal mı olduğunu kestiremiyorken, estetize edilen kesitlerin kırılmaları, ortak duyumun ürünü haline geliveriyor. Duygular, estetik ifadeye bürünüp, şiir sanatı kıvamını alıyor.

 Usta sanatçılar, tamamıyla yeni bakış açılarıyla yaratıcılıklarını ortaya koyarlar. Belli duygu motiflerini ifade ederken, zihinden ve ağızdan süzülen sözcükler, yeni ve yeniden ete kemiğe büründürülürler. Deneyim, sezgi ve anlatımın, biçim ve içerikle uyumlu olması, müziğin ahenginin yakalanması, eserin, sanatın, sanat içinde özgürleşmesiyle, toplumsallığını etkiler.

 “Aşk, bir dünya garibi aramızda şimdi/ Artık bütün ülkelerde muhacir/ Şimdi bardağına şarap dolduran tacir/ Bir ulum yarattı senden/ Koca bir şehir dedi gözlerin için/ Gençliğin ve tazeliğin için/ Karun hazineleri/ Bu kaçıncı ölüm/ Gidip sessizce teslim olduğum/ Sessizce ağladığım ve uyuyakaldığım/ İnsan teğelli işte acılara/ Tanrı öyle istiyor belli” düşük tonda dizeleriyle, mekânda ve uzamda yoğunlaşan duyguların, gizliliği sessizce terk edip, meylinin devam ettiği görülmektedir. Gerçek, doğrudan yüzleşemeyeceği kadar travmatik olunca, uyuyakalmıştır. Bu, körü körüne bir teslimiyet değildir. Varlığı, hakikatle kesişip, sınırlarını aşmıştır. “İnsan teğelli işte acılara” derken onu yaşamak, aşkın heyecanını teninin her zerresine irmekleyip, duyumsamak ister. Ve bunu da “Tanrı öyle istiyor belli” deyip kendinden dahi gizler.

 “Çürütecekler” şiirinde yakın dönemin üç şairinden bahsediyor. “Ben bir Lale Müldür şiiri değilim” diyor. Postmodern ve afazyak davranmam. Lafı uzatmam, dolandırmam. “Bir şehri yakacaksam/ Aleni girerim meydanına/ Kendi kurduğum darağacına/ Götürür boynumu veririm” diyor. “Ben bir Ahmet Erhan şiiri değilim” diyor. Gerçekçi olsam da toplumcu değilim. “Bugün de ölmedim anne” demeden önce “Oturur kendim severim/ Dünyanın bütün kadınlarını/ Önce annem bilir helalleşirim” diyor. “Gel bu sefer Arkadaş Z. Özger diyelim” dizesiyle, duyguluyum, doluyum, her daim aşkla coşkuluyum demek istiyor. Sonra da ekliyor, “Hakkını yemeyelim gerçek bir intiharın/ İkimiz birlikte çürüyelim hadi/ Kızıl bir ata binelim geceleri/ Şehrin dışına gidelim.”

 “Tanda (ara müziği)” başlıklı şiirinde “Daha yakın dururdu haziranlara/ Kanlara basa basa yürürdü aşk/ Kanlıları asa asa senin bir gece/ Kalkıp sevişmeden gitmendi ölüm/ Dağın arka yüzüne bıraktığımla/ Ben bir missisipi uzunluğunda/ Hep yandım ve zenci kaldım” dizeleriyle doğa unsurlarının uyumunun verdiği hazzın ve kendi içinde yaşadığı ıstırabın birleşiminden, bir ejderhanın ağzından çıkan alev misâli, ozanın aşkı ve aslında şiiri için verdiği özveri tasvir edilmektedir.

 Daha çok olumlu ve olumsuz duyguları ayrı ayrı değil de bir arada kullanan şair, “Hadi gel, biz de biraz inatlaşalım/ Biraz da biz konuşalım/ Yasemin devrimini” dedikten hemen sonra “Yeryüzünün bütün çiçeklerini/ Bir devrimle anımsamak ne güzel/ Ne güzel, aşk, ekmek, özgürlük demek/ Ve bunlar için kırıp dökmeden/ Kalabalık bir orman gibi yürümek” der. Tüm şiirlerinin öznesi sevgiliye olan sevgisini, tüm sevenlerin, birlik olanların nezdinde, zarif bir duygu ve kelimelerle dile getirir.

 Hiç Türkçe bilmeyen biri “Sadece oturup dinlemek olmaz/ Sesinden kuşlar da yapılır senin/ Sevdalı bulutlar da yapılır/ Ve erken inen akşamüstleri/ Sesinden kalkıp işe gidilir senin” dizelerinde, şiirin sessel bütünlüğünü ve ses imgesini algılar. Kulağını eğitmiş biri, yenilenen ses birimlerini, dizelerin musikisini algılayıp, bu metnin bir şiir olduğunu rahatlıkla tahmin edebilir. “Sesinden Kuşlar Da Yapılır Senin” şiirinin harmonisi hem göze hem kulağa hem ruha katman katman dizilerek, işlenmiştir.

 Lotus’un son dizelerinde, “Ah ben/ Kaçıncı dikilip kuruyan fidanı aşkın/ Kaçıncı kez toprağını yadırgayanı/ Bu kez umutluyum sana baktıkça/ Bu kez Allah da biliyor ya/ Hissediyorum/ Yüreğim buldu ebedi toprağını/ Yukarda yalnızca Allah’ın eli/ Yazıyor yazılmakta olanı” diyor. Ve işte ben, sen ve Allah. Hepsi bu hayatımın ve yazdıklarımın hepsi bu ve yazacaklarımın, diyor.

 Hasan Ildız, seni, beni, evreni kavramaya çalışırken, aktarmaya çalışırken, canlı, cansız, soyut, somut, sayılabilen, sayılamayan, düz anlamlı, yan anlamlı sözcüklerle okurun zihninde zengin, özgün, değişkin çağrışımlar yaratıyor. Sadece duygular ve ilhamla değil, söylemiyle, diliyle, konusuyla, derin duyarlılığı ve titiz çalışmasıyla ortaya güzel bir eser koyuyor.

 Ve son olarak, yerinde bir eleştiri olduğunu düşünerek, şair, yirmi üçüncü sayfadaki “Alya’ya Güzelleme” şiirini kitaba almasaydı demek istiyorum. Çünkü, Lotus’un genel biçimine aykırı olduğunu düşünüyorum. Ildız’ın şiir tavrı hafızalarda kesinlikle yer edinecek ve gelecekte de okunacaktır. Tabii ki Lotus’u gözlemlerimin dışında, başka yöntem, ilke ve araçlarla inceleyenler, farklı sonuçlara varabilirler.

 Serinin bir sonraki kitabı Azelya’yı, heyecanla bekliyorum.

1 thoughts on “Lotus”

Yorum bırakın