XX. yüzyılın başlangıcından bu yana avangart akımlar ortaya çıkmakta ve plastik sanatlarda, eleştiri ve edebiyat alanlarında devrimler birbiri ardına yaşanmaya devam etmektedir. Eğer sanatın işlevi gerçekliği imgeye dönüştürmekse, sanatın gerçeklikle kurduğu spekülatif ilişki üzerine düşünülebilir ve bu şekilde kurulan ilişkinin sınırları sorgulanabilir. Peki o halde sanat nedir ve sanatın “yansıttığını” iddia ettiği gerçek nedir?
Sanatın klinik işlevine girmemizi sağlayan, deneyimdir. Klinik uzmanı olan eleştiri ikili bir bakış açısına sahiptir; sanat yaşamsal durumların deneyi ve kliniğidir, oysa eleştiri tanıya dayalı yapıt olan yaşam şekli ve çekiciliği üzerine söylem olarak anlaşılır. Her sanatsal üretim, Nietzsche’deki anlamıyla, güçler karmaşasının etolojik özetiyle tamamlanmış bir alışkılar değerlendirmesinin eleştirisine girişir. Nietzsche’ye özgü belirti bilgisi bu tür bir güçler özetinden ileri gelir. Bireysel bir hikâyenin kişisel değişkenliğine kesinlikle indirgenemez, ama etkiler fiziği olarak gelişir. Simgesel ve betimsel arasındaki fark ve betimlemeyi aşma buyurusu çağdaş resmin ele geçirilmesi olarak kesinlikle anlaşılmamalıdır. Eğer her zaman resmi simgeselden kurtarmak söz konusuysa, eski resim diye tanımlayacağımız bazı resimler bunu başarıyordu, oysa bu başarı klişeyle, imgeyle veya kurulu biçimle oluyormuşçasına kuşatılmış olan çağdaş resim buna ulaşmada zorlanır. Betimlemeyi aşmak farklı yollarla gerçekleşir: eski resim düzenli bedenin özelliklerinden serbest varlıkları ve düzensiz bedenleri geçirerek bunu başarır; çağdaş resim, soyutun tekil beyin etkinliğinin yoluyla Bacon’un yola açılan simgesel değil ama betimsel olan yolu, yani tasvirin yolu arasında paylaşılır. Bacon resimle özdeksel boyutu içinde, bedeni dolaşan inorganik yaşam güçleriyle bu mücadeleyi seçer. Bugün resim sanatı çoğu zaman, artık görülmeyi değil görsel olarak soğurulmayı ve ardında iz bırakmadan dolaşıma girmeyi istiyor. Öyle ki onun, hakkını en iyi verecek söylem, söyleyecek hiçbir şeyi olmayan bir söylem olabilir: Nesne olmayan bir nesnenin eşdeğeri.
Ama nesne olmayan bir nesne kesinlikle bir hiç değildir;i çkinliğiyle, boş ve gayri maddi mevcudiyetiyle insana durmadan musallat olan bir nesnedir. Bütün mesele, bu hiçliği hiçliğin sınırlarında maddileştirmek, boşluğun sınırlarında boşluğun fligramını takip etmek, kayıtsızlığın sınırlarında kayıtsızlığın gizemli kurallarına göre oynamaktır. Sanat hiçbir surette dünyanın olumlu yada olumsuz koşullarının mekanik yansısı değildir; dünyanın doruğa varmış yanılsaması ,hiperbolik yansımasıdır. Pekçok örnekte (kötü resim, yeni resim, enstelasyonlar ve performanslar), resim kendi kendinin parodisini yapıyor, resim artık kendisine bakılmasına yol açmıyor, çünkü kelimenin akla gelen her anlamında ,artık sizi ilgilendirmiyor, size bakmıyor. Sizi ilgilendirmiyorsa, size bakmıyorsa demek ki sizi tamamen kayıtsız halde bırakıyor. Yani bu resim, gerçekten de , resim olarak, sanat olarak, gerçeklikten daha güçlü bir yanılsama olarak kendine karşı tamamen kayıtsızlaşmıştır. Artık kendi yanılsamasına inanmamakta, kendi kendinin simülasyonuna batmaktadır. Sanat /söylence ikiliği, sanatın söylenceyi (mitoloji) yansıtma, taşıma ve sanatın içinde yaratılan mitleştirme sonuç süreçleriyle gerçekleşmiştir. Bu etkileşimin yansıttığı sanatsal göstergeler içerisindeki kurbansal olguların yoğunluğu her çağda sanatçılar tarafından ilgi duyulan bir konu olmuştur. Sanatta gerçekliği yansıtma… Aslında sanat, saklı karşıtlıklardan ve ikili maniezimden kurtulmaya çalışan değişim felsefesi için mükemmel bir deneyim alanıdır. Göçebe sanatı göz önünde bulunduran Deleuze, 1960’larda kendisinin desteklediği çağdaş sanatın Defense et İllıstration (Savunma ve Örnekleme)’nin mantığından ve tartışmalı ayrımlardan kesinlikle kaçar. Plastik alan özellikle büyük ve küçük kutupların aşamalı yok oluşunun bu denemesine uygundur. Pierodella Francesca ya da Mıchellangelo’ın bir standardın bayağı bir uygulamasına veya bir egemenlik örneğinin benimsenmesine bağlanması o denli zordur. Görsel kültürdeki görsel olanı, görülebilen ve aynı zamanda estetik bir amacı olan şey olarak tanımlamak, başka açılardan da sorun yaratabilir. Öncelikle görsel kültür olarak değerlendirilmesi gereken, ama aslında güzel olarak algılanmak üzere üretilmemiş bir çok şey vardır. Görsel olanı, görülebilen ve estetik amaçlı her şey olarak tanımlamak, görsel olanı “sanat” olarak tanımlamaya çok yakındır. Sanat doğal bir dürtünün değil, hesaplı hilelerin ürünüdür,( bunu, daha modernizmin şafağında anlamıştır). Dolayısıyla sanatın statüsünü, hatta varlığını sorgulamak her zaman mümkündür. Öyle iyi ehlileştirildik ki sanata kısmen dini bir saygıyla kabul edebiliyoruz, ona tutkusuz bir gözle bakmamıza artık imkan yok,.. Artık sanatın, sanat olmadığı varsayılan herhangi bir şeyden farkı kalmadı. Ama bu durum onu katlanarak büyümekten alıkoymuyor. Büyük şamatalarla ilan edilen “sanatın sonu” hiç gelmedi. Bunun yerine kültürel, aşırı üretim çoğaldı. Sanat buğun hiç olmadığı kadar başarılı, peki hala sanat mı? Sanat da sürekli olarak kendini işliyor. Daha da kötüsü sanatın sanatla ilgisi azaldıkça “istisna” olma iddiaları daha da yüksek sesle dillendiriliyor. Sanat statüsünü sorgulayacağı yerde, kendi önemini abartmanın tadını çıkartıyor. Günümüzde sanatın varlık nedeni ,kendi kendine sanatı yeniden inşa etmek olurdu. Ama sanattan bunu beklemek gerçekçi olmayabilir.
Bugün resim sanatından söz etmek oldukça zor, çünkü resmi görmek çok zor. Çünkü resim, çoğu zaman artık görülmeyi değil görsel olarak soğrulmayı ve ardında iz bırakmadan dolaşıma girmeyi istiyor. Sanat hiçbir surette dünyanın olumlu yada olumsuz koşullarının mekanik yansısı değildir; dünyanın doruğa varmış yanılsaması, hiperbolik aynasıdır. Sanat yanılsama arzusunu kaybetti ve oda her şeyi estetik bayağılık mertebesine yükselterek transestetik oluyor .Sanatta modernitenin orjisi, nesnenin ve temsilin neşeyle yapı bozuma uğratılmasından oluşuyordu. Sanat, kendisinin ve nesnesinin kayboluşunu kullandığı sürece, büyük eserler vermeye devam etti. Peki ya gerçekliğe el uzatarak sonsuza dek geri dönüştürülmeye çalışılan bir sanat? Çağdaş sanatın büyük bir kısmı ,bayağılığa, atıklara, değer ve ideoloji olarak el koymak suretiyle tam olarak bunu yapmıştır.
Andy Warhol 20. yüzyıldaki önemli bir anı temsil ediyordu, çünkü dramatikleştirme yeteneğine sahipti, simülasyonu bir dram gibi, dramaturji gibi ortaya çıkarmayı başarıyordu: İmgeye geçiş ile tüm imgelerin mutlak eşdeğerliği şeklindeki iki evre arasına dramatik bir şey oluşturuyordu. Warhol dünyaya tüm apaçıklığıyla olumluyordu; yıldızları, post figüratif dünyayı (ne figüratif ne de gayri figüratif; mitsel olan dünyayı)… Warhol, yaratıcı eylemden kendini çekerek sanatın öznesini sanatçıyı ortadan kaldırma yolunda en uç noktaya gitmiştir. Sanat bir formdur. Formun tam olarak bir tarihi yoktur, yazgısı vardı. Bugun sanat değere indirgendi. Değerler;estetik değer,ticari değer…. Değerler pazarlık edilebilir, alınıp satılır, takas edilir. Formlar, form olarak başka bir şeyle takas edilemez, sadece kendi aralarında takas edilebilir, estetik değer de bu bedel karşılığında ortaya çıkar.
Teknolojik gelişmeler ,resmin de teknolojik gelişmesine yardım etmiştir; resmin ölümüyle ilişkilendirilen konulardan biri de fotoğraf makinasının keşfiyle fotoğraf ve medya alanındaki teknolojik gelişmelerdir. Fotoğraf, sanat olma statüsünü kazandığında resmin en önemli rakiplerinden biri olmuştur. Fotoğrafın, resmin kendine yeni bir yol çizmesine neden olduğu yaygın bir görüştür. Sanatın sonu bir dönemin kapanması anlamında da kullanılmıştır. Çağımız sanatının, modernizmin en belirgin özelliği olan özeleştiri ,zaman zaman bir intihar düşüncesine eşlik etmiştir. Sanatın sonu sorunu, daha çok felsefi bir problem olarak karşımıza çıkmaktadır; çünkü tüm sanatların öldüğünü söylemek, tüm sanatların ortak ölüm nedenini yakalamak zorlu bir sentezi gerektirmektedir. Geleneksel anlamdaki sanatın öldüğü görüşünü savunurken gelecekte geleneksel anlamdaki sanatın bir reklam okyanusu altında kalarak yok olacağını düşünmektedir. Onun felsefesi, sanatın bir araç olarak yetersizliği yada yanlış yola saptırılmış olan sanatın kurtarılması üzerine bir düzlem üzerinde durmamaktadır. Kültürel ve sosyolojik bir tanımlamanın sonucu olarak karşımıza çıkmaktadır. Baudrillard için estetik değersizleşmenin, estetik kriterlerin yok oluşu, gerçek sanatın sonudur. Bu durum Danto’yu sevindirmektedir; çünkü ona göre ,bir eşitlik ortamı sanatın yeniden kendi kimliğini bulacağı umudu anlamına gelmektedir. Greenberg ise sanatın sonundan söz etmemiştir; fakat bir dönem sanatı öldürebilecek ya da dondurabilecek bir yetkeyi elinde tutabilmiştir.
Greenberg düşüncesini Kant’ın estetik görüşlerine dayandırmıştır. Kant estetik dünyasını sosyal ve moral sorunların ötesinde bir yerde görmektedir. Ona göre sanatın sanat için yapıldığı, estetik değere yönelmiş bir insan yeteneği bulunmaktadır. Bu nedenle formalizm pradigması, kalitenin yalnızca kişisel deneyimle neden sonuç ilişkisi bulunduğuna inanmaktadır. Greenberg’e göre kailteyi, kişisel deneyim belirlemektedir.
Bu belirleme, aklın kusursuz çerçevesi içinde biçimsel elementlerle çalışarak mükemmele ulaşmak ,çalışma tutkusunu malzemeye yöneltmekle olasıdır. Bu Kantçı yaklaşıma göre sanatın kalitesi uluslararasıcılık, evrensellik ve aşkınlıkla ilişkilidir. Duchamp’a göre sanat eserinin yaratım öyküsünün sonu sanatçı değildir.D uchamp, sanatın estetik açıdan değerlendirilmesi ve analiz edilmesine sanata ilişkin herhangi bir toplumsal yargıda bulunulmasına karşı çıkar.. “Benim gibi sıradan bir bilim insanı ,bir sanat eserinde zihnini sanatcının zihni ile aynı doğrultuda çalıştıracak titreşimleri arar” diye yazar. Kişisel sanat ifadesini arındırmak istemez, tersine sanatçının kişisel sanat katsayısını, yani (sanatçının) niyeti ile gerçekleştirdiği şey arasındaki sanatçının farkında olmadığı farkı ‘anlamak ister. Sanat eserinin anlamını dünya için çözüp yorumlamaktansa, sanat eseri aracılığıyla sanatçıya aşina olmak, daha doğrusu sanatçı ile özdeşleşmek ister. Duchamp’a göre sanat eseri ,sanatçıyla iletişim kurmak için bir araç; izleyicinin bu iletişim yoluyla sanatçıyla ve onun yaratıcı edimiyle sihirli bir biçimde özdeşleşmesini sağlayan bir ayindir. Duchamp,bir yandan estetik yargının kaçınılmazlığını kabul ederken öte yandan ondan kurtulmak istemektedir, çünkü estetik yargının taahhütte bulunduğu gelecek kuşaklar yaratıcılığın dolaysız öznel konumunun dışındadırlar. Bir sanat eserine ancak yargılayıcı olmadan yaklaşıldığı takdirde sanatçının kişiliği ,yaratıcılığı ve bu ikisinin ilişkisi açığa çıkmaya başlar. Duchamp daha da ileri gider: Sanat eserinin hiçbir estetik çekiciliği olmamamalıdır.Sanatcı ,gelecek nesillerin kendisini alkışlaması adına kendini kısıtlamamalıdır. İyi olmaya da çalışmamalıdır, yalnızca var olmaya çalışmalıdır. Sanat, Eliot’ un ifadesiyle, zihinsel bir olgunun “nesnel karşılığı olmalı’”, böylece hem patavatsız hem de gizemli olmalıdır.
“Sanat dünyasına ilişkin ne söylenirse söylensin, yozlaşmış olduğu söylenemez,’’ diye yazmıştı Van Gogh 1880’lerin başında. Van Gogh, ölümünden yaklaşık 100 yıl sonra, bugün sanat dünyasının en azından kısmen yozlaştığını göremeyecek kadar naif olan biri var mıdır? Van Gogh her ne kadar sanat dünyasının yozlaşmadığını ifade etse de aslında yozlaşmanın farkındaydı: Kararsızlığından da anlaşılabileceği gibi, söylediği şeye kendisi de tam olarak inanmıyordu. “Sanat dünyasına ilişkin ne söylenirse söylensin” ne söylenebilir ki? ifadesi, yozlaşmış değildir ifadesini zayıflatmakta, şüphelerini dile getirmektedir.
Sanat ve bilimin yüceltimle ilgisi nedir? Her ikisi de yüceltimle uğraşırken (örneğin her ikisi de yüceltimle meşgulken (örneğin, her ikisi de bizim doğrudan gerçekliğin yaşanmış deneyimine gömülmemizi engelleyen bir mesafe oluşturur.) onun farklı biçimlerine dayanırlar. Sanat, yaşanmış gerçekliğin içinde kalır: Ondan bir parça, bir nesne koparır ve onu “şey düzeyi”ne yükseltir.Bu prosedürün sıfır noktası olarak Duchamp’ın hazır-yapıt eserinde gördüğümüz gibi: Sanat, pisuarı bir sanat nesnesi olarak göstererek kendi maddeselliğinin “yerine geçerek” Şey’in görünme biçimi olarak var olur. Böylece sanat ve bilim Şey’le tamamen farklı yollarla ilişkilenir: Sanat doğrudan onu çağırır. Örneğin, sanatsal güzellik, Şey’ın boyutunu gizleyen/açığa vuran son örtüdür.
Kaynaklar:
Baudrillard,J.,(2010) Sanat Komplosu, Elçin Gen-Işık Ergüden(çev),İletişim Yayınları, ,İstanbul,s.21,31,32,33,49,57,58
Kargın N.,(2009)Sanatta Anamnesis Sarsıntıları, De ki Basım Yayın,İstanbul,
Barnard,M.,(2002)Sanat,Tasarım ve Görsel Kültür,Güliz Korkmaz(Çev),Ütopya Yayınevi,Ankara,s.20,33
Giderir,H.E.,(2003) Resmin Sonu,Ütopya Yayınevi,Ankara,14,37,38,42
Kuspit,d.,(2006) Sanatın Sonu,Yasemin Tezgiden(çev),Metis yayınları,İstanbul,s.156,160
Zizek,S.,(2009)Sanat,Mine Yıldırım(çev),Encore Yayınları,İstanbul,s.12
Sauvagnargues,A.,(2010)Deleuze ve Sanat, Nurten Sarıca(çev),De ki Basım Yayın,Ankara,s.33,168,169,183