Görücülere kapıyı açmaya en küçük kardeşimi yollayan üvey annem bana da, “Sen mutfakta bekleyeceksin, isteme bitmeden kimseye görünme,” diyor. Yüzüne anlamsızca bakıyorum.
Kapı aralığından gelenleri gözetlemeye başlıyorum. Önce sarıklı ve şalvarlı üç adam giriyor. Arkalarından da kara feraceleriyle iki kadın. Buyur edilen yerlere kadınlar ayrı erkekler ayrı oturuyorlar.
Görücü dedikleri bunlar demek. Ama ablam için geldiklerinde kalabalıktan konakta ayakta kalanlar olmuştu. Tepsi tepsi baklavalar, testi testi şerbetler dolaştırılmıştı. O isteme günlerce konuşulmuştu.
Yaşlı adam iri boncuklu siyah tespihini yanındakine uzatarak, “Bu benim emmioğlu Ahmet. Karısını kaybedeli kırk gün oldu,” dedi.
Odada, “Allah sabır versin,” diye bir mırıltı dolandı.
“Üç evladıyla ortada kaldı. Münasip bir kısmet için sorduk soruşturduk. Sizin iki numarayı salık ettiler.”
Ablamla göz göze geliyoruz.
“Biliyor muydun yoksa?”
“Şehnaz inan olsun dul ve çocuklu olduğundan haberim yoktu.”
“İki numara diyor yaa. Adım yok mu benim?”
“Hadi ablacım sakin ol.”
“Görücü istemiyorum, dedim. Dinletemedim. Bir de gelenlere bak.”
Mutfakta sessizlik olunca yaşlı adamın sözcüklerini yeniden duyuyorum. “Lafı uzatmanın manası yok. Allah’ın emri peygamberin kavli…”
Üvey annem geliyor. “Hadi kahveyi ocağa sürün,” diyor. Mutfakta bir koşuşturmaca başlıyor.
“Haberin vardı değil mi? Belki ablama bile söyledin. Benden sakladınız.”
Bileğimden tutuyor, “Söylesem ne olacaktı. Seni ırgat Hüseyin’e versin diye babanı ikna mı edecektin?” diye cevap veriyor.
Nasıl da meydan okurcasına bakıyor gözlerimin içine. Bunu nerden öğrendi acaba?
“Şitt, bir duyan olacak şimdi,” deyip analığımı susturmaya çalışıyorum.
“Aferin, böyle hizaya gel işte.”
“Babam beni çocuklu dul bir adama mı verecek yani?”
“Davul bile dengi dengine,” diye fısıldayıp bacağımı gösteriyor.
Boğazım düğüm düğüm oluyor. Ablam aramıza girmek için elime tepsiyi tutuşturduğu gibi beni açtığı kapıdan itekliyor. Topallayarak girdiğim odada gözler üzerime dikiliyor. Tepsiyi onlara doğru fırlatıp atmak ve bacağımı çekiştirip uzatmak istiyorum. Ama bunların hiçbirini yapamıyorum. Tüm odayı elimde tepsiyle aksaya aksaya dolaşıyorum. Üvey anneme sıra gelince kahveye uzanırken bir kısa ayağıma bir dul adama bakıyor. Feraceli kadınlardan daha genç olanı, “Bu da bu haliyle eniştemin çocuklara nasıl bakacak Allah bilir,” diyor. Diğeri onu susturmak için dirseğiyle dürtüyor. Yaşlı adamın yanında oturan babama dönüyorum. Gözlerinde daha önce karşılaşmadığım bir ifade. Başını öne eğiyor.