Sokaktan “Süütçüüüüüü…” sesini duyduğumuzda annemi bir telaş alırdı. Ben ne olduğunu anlayamadan annem, “Sütçü geldi. Çabuk büyük tencereyi al da aşağı in!” derdi. Büyük tencere, o zaman için bana kocaman gelirdi. Ama asıl o büyük değilmiş, ben küçükmüşüm.
At arabasıyla gelirdi o amca. Sütçü amcaydı benim için. Aşağı koştura koştura inerdim. Belki süt almak için değildi, ama atı uzaktan da olsa sevmek isterdim. Atın gözlerinin yanına neden kara bir gözlük koyduklarını merak ederdim. At, acaba etrafı seyretmesin diye mi? At, kuyruğunu arada bir sallardı. Hani eskilerin sütçü beygiri dedikleri tarzda bir hayvan değildi. Kahverengi ile kırmızı arası rengi ve pek asil bakan gözleri vardı.
At arabasının arkasında komşu teyzeler bekleşirdi. Sanki hiç görüşmüyorlar gibi “Hatça kız ne yapıyon?” diye sorar ve bu kapıyı açınca konuşacak çok şey bulurlardı. “Hatça kız ne yapıyon?” aslında şifreli bir anahtar, söz açıcı olmalıydı.
Sütçü Amca mahallemizden biriydi. Onu anneler ve çocukları tanırdı sadece. Evet, ilk sütçümüzün adı Sabri idi. Ben tencere alıp sokağa koştururken annem elime ufak bir defter sıkıştırırdı. Bunun ne olduğunu sonradan öğrendim. Sütü tencereye dökünce, Sabri Amca elimdeki defteri alır ve ona üç veya dört çizik atardı. Şimdi neydi bu?
Benim ilkokul dörde geçtiğimin yazında Sabri Amca gelemez oldu. Sabri Amca mahalleyi meslektaşı Ali Amca’ya emanet etmiş, annem öyle derdi. Ali Amca sağ olsun benim işimi de kolaylaştırdı. Artık annemin, “Elif koş!” demesine gerek kalmadı. Ali Amca üçüncü kata kadar çıkıp annemin uzattığı tencereye sütü boşaltıyordu. Kapı muhabbetleri orada da devam etti.
Ali Amca’nın okumayı değil de yazmayı sevdiğini düşünüyordum. Çünkü kulağının arkasında sürekli bir kurşun kalem dururdu. Yalnız yaramaz çocuklar gibi kapılara yazıyordu ve bu benim hiç hoşuma gitmiyordu.
Bir gün annemle evi dip bucak temizledik. O süpürdü ben sildim. Bir ara dış kapıyı siliyordum ki sesli söylendim: “Anne şu Sütçü Amca’ya bir dahaki gelişinde kız, olur mu? Ben yapsam, ‘Elif, Elif…’ diye söylenirsin. Bak kapının üstüne, benim anaokulu defterim gibi. Kaç tane çizik atmış.” Annem koşturarak geldi. “Dur orayı silme!” dedi. Meğer Sütçü Amca’nın ne kadar süt verdiğini gösteren bir çizelgeymiş. Aybaşı geldiğinde annem, “Ali Abi, benim borcum ne kadar, bir hesaplayabilir misin?” dediğinde, sütçü amca kapının üstündeki çizikleri sayardı. Bizim ne kadar süt aldığımız kapımızın üstünde yazılıyordu. Bu uzun süre böyle devam etti.
Sabri Amca ve Ali Amca’nın kendi defterleri yoktu. Süt verdiği mahalledeki Ayşe, Fatma, Hatice… Kim varsa onlar borçlarını ne olduğunu bilirdi. Bizim kapının üstündeki çizikleri bir tek Ali Amca silebilirdi. Sonra şimdiki gibi soğutuculu tanklar yoktu.
Yazın sıcak olduğunda annemi bir telaş alırdı. “Süt kesilmesin hemen ocağa koyalım.” derdi. Sütün kesilmesini işte çocuk aklımla o zaman öğrendim. Bazen annem komşulara seslenir, “Sizin de sütünüz kesildi mi?” diye sorardı. Süt kesildiğini merak eder, anneme sorular sorup dururdum. O da “Hadi bana yardım et, lor yapalım.” derdi. O neydi sahi? Sütü kaynattığımız tencereyi bir süzgece döker ve topaklanan şeyleri süzerdik. Bembeyaz sütten sarı şu çıkması çok garipti. Annem sütün içindeki şeyleri toplar, ona biraz tuz atardı. Taze taze çok severdim loru.
Süzgecin altında sarı bir su kalırdı. Annem onu da dökmezdi. Hemen poğaça işine girişirdik. Bazen süt kesilsin diye dua ederdim. Belki de benim dualarım kabul olurdu. Çünkü yazın sütün kesilmesi sık olurdu. Sütçü Ali Amca bir dahaki hafta mahcup olurdu. Bazen annem telefon eder, Ali Amca haftayı beklemeden mahalleye gelirdi.
Annem bize “Yoğurdu dolaba koyun.” diye tembih ederdi. Ama gel gör ki hep unuturduk. Hadi ben unuttum diyelim, ablam, abim de unuturdu. Tabii annem söylenirdi, yoğurdu ekşittik diye. Yoğurdun ekşimesi nedir onu bilmiyordum. Ekşimeye gönlü olunca, onu kimse durduramazdı. Sonra “Haydi Elif, Hayriye Teyze’ne git. O daha yeni süt aldı. Mayası tazedir.” derdi. Aslında rotam belliydi. Hayriye tTeyze’de bulamazsam, Nuran Abla’ya, oradan Ayşe Nine’ye gidiyordum. Bir kâseye yoğurt koyarlardı. “Şuncacık şey için çektiğim çileye bak!” diye söylenirdim.
Mahalleye Sabri Amca’dan sonra uzun süre Sütçü Ali Amca geldi. Sonra bir gün annem, komşularla konuşurken duydum. Ali Amca bu aydan sonra gelmeyecekmiş. Herkes üzüntülüydü. Ben de “Sütü nereden alacağız!” diye düşünmeye başladım. Ali Amca hayvanlarını satmış. Çocukları şehirde iş bulmuş. Ali Amca, “Artık hanımla yetişemiyoruz. Arabayla git gel, zaten kazandığımı yeme, mazota veriyorum. Bize de bir şey kalmıyor. Çocuklar çoktandır söylüyor, ‘Baba bırak sütü’ diye. Eh, bunla büyüdüm, sütle evimi yaptım, çocuklarımı büyüttüm. Şimdi sütle çocuk büyümüyor… Hayvanların bir kısmını sattım. Geri kalanları da, kasap alıp götürecek. Bakalım biz sütü kimden nasıl alacağız.” derken sesi pek titrek çıkıyormuş. “Hakkını helal et” deyip vedalaşmışlar onunla.
İşte o günden sonra evimize her hafta süt düzenli girmez oldu. Ali Amca’nın bizi bıraktığının ikinci ayında bakkaldan yoğurt aldım. Misafir gelecekti ve annem “Koş Elif! Yoğurdu unuttuk.” dedi. İşte market yoğurdumuz böyle başladı.
Annem komşulardan öğrenmiş, pazarda süt var demişler. Pazardaki Ayşe Teyze’yi bulduk. Her hafta cuma günü pazara sabahtan gidip süt alma işini abime verdik. Babam sağ olsun, ”Elif beş litreyi taşıyamaz.” dedi. Bu ne kadar devam etti bilmiyorum. Pazardaki Ayşe teyze bir zaman sonra “İnek doğuracak, süt yok.” demiş.
Biz bir zaman daha sütsüz kaldık. Dedem geldiğinde, “Çarşı yoğurdu istemem.” diye söylendi. Ne zaman dedemle anneannem gelecek olsa yoğurt yapmak için süt aramaya çıkardık. Komşular sağ olsun, onlardan “Falanca yerde ben buldum. Pazarın aşağısında Dilek Abla var, ona bir sorun.” gibi tüyolar alırdık. Dedem geleceği zaman süt bulma maceramıza bir başka şey daha eklenirdi: koyun sütü. “Anne ne farkı var, dedem anlamaz.” derdim her seferinde. Kızım anlaşılmaz mı? Hem de çok belli olur.” derdi. “Ee şimdi koyun sütünü nereden bulacağız?”
Arayınca insan istediği şeyi buluyormuş. Annem koyun sütünü yine pazardan buldu. Bir hafta öncesinden sipariş verdi. Olmadı perşembe akşamı aradı. Görünüşte bir farkı yok sütlerin. Ama koyun yoğurdu farklıymış, onu söyleyeyim. Tabi biz anneme çok söylendik. Babam ayrı, ablam ile abim ayrı: “Anne, madem koyun yoğurdu güzel oluyordu, bunu daha önce niye yapmadın?” Kadıncağız ne desin. Savunurdu ama karşı cephe çok yaygaracıydı. Babam bir ara “Manda yoğurdu da yapalım.” dedi. İşte yeni bir süt macerası daha. Koyun yoğurdundan daha güzel oluyormuş meğer. Annem noktayı koydu: “Manda sütünü getirin, manda yoğurdu yersiniz o zaman.”
Tabii uzun süre manda sütünü bulamadık. Dedemler bir ara köyden keçi sütü getirdi. Çok fazla değildi. Ama çok güzeldi.
Ben bu arada ilkokul, ortaokul derken liseye geçtim. Abim ile ablam uzak şehirlere okumaya gitti. Sokağımıza sütçüler gelmez oldu. Kapımızdaki çizgiler hâlâ duruyor. Ama onları hesaplayan Ali Amca kim bilir nerede?
Sokağımızın başına yeni bir dükkân açıldı. Buna en çok annem ve komşular sevindi. Çünkü dükkânda süt satılıyordu. Yuvarlak bir kazana süt boşaltıyor ve oradan litre ile tartıp veriyorlardı. Sütümüzü artık naylon poşette alıyorduk. Ama nedendir, Sabri Amca ve Ali Amca’nın sütü kadar tatlı ve lezzetli olmuyordu. Hele dedem geldiğinde annemden sütlaç istiyordu. Ama söylemeden de edemiyordu: “Sakın kutu sütlerden yapma, ben yemem o sütlacı.” Dedem benim. Hani biraz daha zorlasa koyun sütünden isteyecek sütlacı. Ama annemin koyun sütünü bulamayacağını biliyor, ses etmiyordu.
Geçen gün annem anlattı. Sokakta bir curcuna, bir gürültü olmuş. Herkes cama çıkmış. Sütçü Sabri Amca bastonuyla sokağın ortasında duruyormuş. Annemler bir koşu inmişler aşağı. Melahat Abla sandalye kapıp getirmiş. Sabri Amca 78’sine girmiş. Oğlu, “Ne istiyorsan yapalım baba!” demiş. “Beni eski müşterilerime götürün.” demiş. Bizim sokak onun ikinci durağı imiş. Sabri Amca, “Sizleri görmek istedim.” demiş. Ay bir mutlu olmuş annemler… Sanki kendi babaları gelmiş gibi sevinmişler. Toplu fotoğraf bile çekilmişler. Sabri Amca annemleri isim isim çağırmış. Hatta beni sormuş. Annem, “O küçük Elif büyüdü, anne bile oldu Sabri Amca.” demiş.
Annem bana da haber verdi. Ali Amca’yı babam almaya gidecekmiş. Haftaya pazar sokakta şenlik var. Babam Ali Amca’yı alırken Sabri Amca’ya da haber vermişler. Oğlu “Ben getiririm!” demiş. Şimdi haftayı sabırsızlıkla bekliyorum. Çok sevinçliyim. Sütçü Amcalarımı göreceğim.
Aynı süreçleri yaşayan bir Silivri çocuğu olarak biraz gülümsüyerek biraz huzunlenerek okudum. Kaleminize sağlık.