Bulmacalarda sıklıkla adı geçen “Çocuğunun dünyaya gelmesinde etkin olan erkek, ata, cet, koruyucu babalık duyguları ile dolu kimse” soldan sağa, yukarıdan aşağı nereden okursan oku. İstersen ters çevir oku cevap aynı. Koca bir hiç, yani sen.
Yıllar yılı seni içimde kaç kere öldürdüm, inan sayısını unuttum. Bu sefer gerçekten öldün baba. Varlığını bilmediğimiz için yokluğuna alışmak hiç zor olmayacak. Küçükken yerlere göklere sığdıramadığımız babamız, küçücük bir bez parçasına sığdı sonunda. Aylar geçti, yıllar geçti, günler geceye evrildi, beşikteki emzikli bebekler askerlik çağına geldi, ölümü bekleyen yaşlılar ebedî istirahate çekildi, mevsimler geçti, saksıdaki çiçekler bile adını duyunca bizim gibi küstü, boynunu büktü, yerini beğenmedi, yaprak döktü sonra çiçeklendi, hayat geçti ömürler tükendi. Sen hiç gelmedin. Biz iki kız kardeş hep bıraktığın yaşta kaldık baba. Hiç büyümedik ama çocuk da kalmadık. İki küçük kız, yokluğunda boşlukta asılı kaldık. Beklemekten hiç vazgeçmedik, hep bekledik. Bize dönmeni, bizi sevmeni, tekrar aile olabileceğimizi düşledik.
Senin yerine hep haberlerin geldi. Teyzemin söylediğine göre uğruna annemi terk edip gittiğin, bizi yarım bıraktığın o kadınla evlenmişsin. Üstelik sana benzeyen bir kardeşimiz olmuş, artık hiç gelmezmişsin. Başkasının babası olmuşsun onu sevecekmişsin bundan sonra. Hem o daha çok küçükmüş ilgiye, sevgiye ihtiyacı varmış. Haklısın. Biz iki kazık olmuşuz, çok büyümüşüz.
Evden ilk önce kendin, sonra eşyaların, en son belleğimize kazıdığımız mutlu günlerimize ait birkaç güzel fotoğrafın yok oldu. Annem bir sinir anında hepsini yaktı, gençliğini, güzelliğini yaktığı gibi. Senin gidişinle annemi de kaybettik. Ölmedi ama yaşamadı da arafta kaldı. Evde önce bahsinin geçmesini, sonrasında o iki heceli kelimeyi yasakladı. Kalplerimiz gibi dudaklarımız da mühürlendi. Bizi gördükçe sen aklına geliyormuşsun, öyle dedi. Yüzümüz, sesimiz hatta kokumuz bile aynıymış. Babamızın kızlarıymışız yakında biz de bırakır gidermişiz. Hepimizi öldürdün baba, ilk önce annemi sonra bizi. Yaşamaya dair bütün heveslerimizi gidişinle yanında götürdün. Hemen ölmedik, yaşlı çınarlar gibi kimselere göstermeden yavaş yavaş içten çürüdük. Köşedeki çınar ağacı gibi yandıkça yandık, içimiz dışımıza vurdu, simsiyah olduk. Elimiz, yüzümüz, dilimiz gibi en son kalbimiz karardı.
Sıcak bir yaz gününe ait, çocukluğumu hatırladığım bir kare geliyor gözümün önüne belli belirsiz. Gönderen kısmında senin adın yazılı bir zarf getirmişti postacı. Teyzem anneme duyurmamak için gizli bir belge gibi büyük bir sessizlikle açmıştı zarfı. İçinden el yazının olduğu kısa bir mektup ve bir küçük fotoğraf çıkmıştı. Saçları kısacık kesilmiş bir erkek çocuğu kucağında oturuyordu. Sıkıca sarılmıştın ona. İkinizde makineye ölesiye gülümsemiştiniz. Belli ki çok mutluydunuz. Bizim hiç bilmediğimiz bir mutlulukta. O fotoğrafı keşke hiç göndermeseydin baba… Yıllarca o fotoğrafın esiri olduk. Bizimle hiç oturmadığın masalara belki onunla mutluluk içinde oturmuş, gitmek isteyip gidemediğimiz yerlere belki onunla gitmiştin. Okulda sen sorulunca babamız bizi terk etti diyemediğimiz için uzak diyarlara çalışmaya gitti derdik. Öyle inanmak istemiştik. Yeni bir ailen olduğunu, onları çok sevdiğini hiç bilmeseydik…
Keşke o zaman ölseydin baba! Pazar günleri ellerimizdeki ot yığınını kurumuş gözyaşlarımızla toprağına bıraksaydık. Günahlarının affını dileyip bildiğimiz duaları sessizlik içinde mırıldanabilseydik. Kısacık bir zaman diliminde yaşadığımız mutlu anlarımızı güzel yad edebilseydik. Olmadı. Yapamadık. Biz hiç aile olamadık.
Bu sefer haberin yerine kendin geldin baba. Sonunda evine döndün. Bir bez parçasının içinde kundak yapmışlardı sanki seni bize. O dağ gibi babamız belki de yaptıklarına karşılık son yolculuğunda ufaldıkça ufalmıştı karşımızda. Minicik olmuştu. Daha önce sende hiç görmediğimiz bir huzur sanki bütün hücrelerine sirayet etmişti. Kaybettiğimiz, yaşayamadığımız yıllar için bizden özür diler gibiydin. Bütün defterleri kapatmış rahatlamıştın. Alacak verecek kalmamıştı sana göre.
Rüzgârla birlikte iyice dalgalanan saçların, tebessüm edince ışıl ışıl olan göz bebeklerin, konuşurken insanın dikkatini çeken etli dudakların, ağzından kelimeler döküldükçe sihirli bir şey söylüyormuşçasına etki eden ses tonun, kalemle çizilmiş gibi duran karakteristik yüz hatların, elimizi hiç tutamayan biçimli parmakların, isteyip de söyleyemediğin kelimelerin, kaçırdığımız kaç gün doğumu gün batımı, yaşayamadığımız kaçırdığımız kaç yaz mevsimi, keşfedemediğimiz yeni yerler, konuşamayıp içimizde biriken sohbetler, kavuşamadığımız ayrılıklar hepsi toprağın altında gömülü şimdi. Büyük bir sessizlik içinde. Sen gibi.
Ölüm sana dair bütün hislerimizi aldı götürdü baba. Senden geriye sadece bize bıraktığın mirasın kaldı. Kocaman bir boşluk…