Karanlık

 Delirmek üzereyim. Beynini susturamamak nasıl bir lanet? Kendi kendimi lanetlemiş olabilir miyim?

 Başlarda hayal kurmanın ayrıntısında boğulurdum, bunlar gayet tabii şeylerdi, saatlerce duvara bakıp hayaller kurabilirdim. Bazı insanlar bunu yapamıyormuş, yani durup öylece hayaller kuramazmış. Ben kurardım, bir keresinde tahminime göre yedi saat hayal kurmuşum duvara bakarak.

 Bu hayaller beni yaşamaya heveslendirirdi. O kadar iyi gelirdi ki bunu uyumadan önce yapmaya başlar, hayal kurarken uyuyakalırdım. Neyi alışkanlık edindiğine dikkat et derler, hayal kurmak kime ne zarar verebilirdi ki?

 Hayal dediğimiz şey, bizi umutlandırır ve bize yaşama sevinci katardı. Başıma sürekli bir şeylerin geldiğini ve beni dipten birinin çıkardığını düşlediğimde hayallerimin karanlığa gittiğini anladım. Yanlış giden bir şeyler vardı. Tüm düşlerim karanlığa bürünmüştü, aksi bir hayal kuramaz olmuştum. Bunun çokça farkındaydım ama karanlıkla beslenmenin tatminini bırakamıyordum da.

 Zaman geçti…

 Hayallerimin yerini kafamda konuştuğum kişi aldı, kendime dürüst olamadığım şeyleri söyledi bana, kinle doldu kalbim ve ben bu kinle birçok insan çıkardım hayatımdan efendim. Özsaygımı yitirdiklerim ayrı, onlar benim dipte tıkalı kalmama sebep olanlardı ama kafamın içindekinin de çok iyi niyetli olduğunu söyleyemezdim. 

 O ben miydim dersiniz? Kendime zalimlik yapabilir miydim? 

 İnsan inanmak istemiyor efendim, ben de inanmadım. Kafamın içindeki ben olmadığıma öyle inandırdım ki kendimi nefret edecek biri, bir şey bulmalıydım , ben hariç. 

 Hayatım tekdüze gidiyorken bir anda anlamlandırırdı ufacık şeyleri, bana dipten şeyler hatırlatır, gözlerimi doldururdu. Zayıflığımı bu kadar hissettirdiği için öfke duyardım ona, gülüşlerimi ucuzlaştırmıştı benim. Bana basit anılarda büyük acılarımı hatırlatırdı bu zalim. Misal, sabrı taşmış bir babanın, çocuğuna elinin düzüyle attığı tokatta, aynı gün başka bir babanın, çocuğunun saçlarını severken sabırla anlattıklarını dinlemesinde ve başka bir gün, kavga etmiş bir çiftin herkesin içinde  gözlerinde sevgi kırıntısı bulunmayan öfkeleriyle tartışmasında… Bir gün de yolda birbirlerine bakmadan yürüme eylemini gerçekleştiren sevgililerde. 

 Böyle günler susmazdı mesela kafamdaki. Ben o günler ve çoğu günler uyuyamazdım onunla konuşmaktan. Kafamın içindeki karanlık beni daha çok çekmişti içine. Ben yine de içimdeki bu karanlıkla yaşıyor olsam da zevk aldım yaşamaktan efendim, onu susturup müziğe bıraktım kendimi, anda kalmanın huzuruyla tüm tınıları hissederek dinledim. Özenle hazırlanmış bir kahveyi keyifle içtim mesela, kahveyi yudumlarken sadece o kahveyi düşündüm. Beni düşünerek alınmış bir hediyeye büyük anlamlar kattım, sevildiğimi, ciddiye alındığımı hissettim. Bırakmadım kendimi o karanlığa efendim. 

 Ta ki kafamın içindeki benden daha fazla konuşana kadar. 

 Yalnızlık… O senin en büyük nimetin ona sahip çık, derdi. Yardım istememeyi kabullendirdi bana. Ben ufacık dertlerimi anlatıp ağlardım dostlarıma, büyükleri gizleyerek. Saçım şu sıralar çok dökülüyor diye ağlar, saçımın bu kadar dökülmesine sebebi söylemezdim. Ama sevdiklerim söylemeden giderdim yardımlarına. En düşünülmemiş hediyeyi ben alırdım, beni sevmeyi bırakmasınlar diye öylesine çırpınan ben, yalnızlığı bu kadar derinde bir yerde nasıl hissederdim? Hissettim.

 Artık o karanlık hayallerden daha kötü her şey, neşeli gözüken bir enkazım ben. Beni benden başkası da kurtaramaz, biliyorum. 

 Hafızalarımızda en mutlu, en acı anılarımız hatırlanır. Hayatımda sanki hiç mutlu olmamışım gibi duyduğum, okuduğum, gördüğüm her şeyi hüzne çeviriyorum. 

 Delirmedim efendim, kafamın içindeki benim, benim karanlığım. 

 Delirmiş olsaydım eğer böylesine sözcüklerden cümleleri sizlere anlatamazdım. 

İçindeki karanlıkta ışığı birilerinin açmasını bekleyenlere…

Yorum bırakın