Onur Kuralı

“Yaşamana izin veriyorum, çünkü senden güçlüyüm.”

 Kayıtlı insanlık tarihinde ilk savaşlardan günümüze, savaşların tamamının ateşkes-barış süreleri üç yüz yıla tekabül etmekte. Yaklaşık on iki bin yıl öncesinden bugüne bakıldığında bahsi geçen süre irkilmemiz için yeterli.

 Gelelim Onur Kuralı tanımına.

 Sözde savaş kurallarına göre bir savaşçının, savaşamayacak durumda olan başka bir savaşçıya saldırmasını men eden kuraldır.

 Bilinen en çarpıcı örneklerden biri de 2. Dünya savaşında yaşandı. Amerikan hava kuvvetlerinden B-17 pilotu Charlie Brown Almanya’yı bombalarken Alman filosunun saldırısına uğradı ve uçağı delik deşik olurken mürettebattan kayıplar verdi. Düşen basınca ek, uçağın kanadı ve gövdesi de zarar gördü.

 Alman uçaksavarlarının bir anlık boşluğundan faydalanan pilot, İngiltere’ye doğru yol alırken arkasında bir Alman avcı savaş uçağı belirdi.

 Daha önce 21 uçak düşürmüş olan Pilot Üstteğmen Franz Stigler, yara almış bu düşman uçağına arka kısmından iyice yaklaşıp hedef konumuna aldı. Ancak uçağın harap halini görünce sağdan yaklaşarak pilotların durumuna baktı. Uçak zorla uçuyordu.

 Pilot, kol komutanının söylediklerini hatırladı “Havacılıkta şeref her şeydir. Paraşütle atlamış birini vurursanız, ben de sizi vururum!” Stigler bu uçağı da vursaydı, demir haç nişanını alacaktı. Ancak o uçağı vurmak yerine, düşman hava sahasından çıkana dek ona refakat edip kokpite selam verdi. Ve onun güvenle hedef sahasından çıkmasını sağladı. Yıllar sonra bu iki pilot bir araya gelip birbirlerine şükranlarını sunacaktı.

 Savaşın aşağılık bir düzen olduğunu algılamakta zorlanan insanların anlamamakta direttiği bu şerefli yaklaşım, günümüzde tersine evrilerek yerini savaş suçlarına bırakmıştır. Bir doğa kanunu olarak güçlünün güçsüzü ezmekte olduğu bu zamanda, eskilerin muktedir insani duyguları, hiç var olmamışçasına dehşetengiz biçimde ayaklar altına alınmaktadır.

 İnsani değer yargılarını delip geçen hayvani dürtülere yenilen güç odakları, “masum” kelimesine göz yumup, “başarmak için her yol mübahtır” cümlesinin yakıcı kaftanını giyip, uğrunda gittikleri yolda ezmedikleri çiçek bırakmıyorlar. Sanki bastıkları yerde yeni çiçekler hiç açmayacakmış gibi…

Yorum bırakın