“Tanju Bey, geliyorum biraz bekle!” diye seslendi Süreyya Hanım, yaşlı, titrek ama zarif elleriyle taşıdığı kadehlerle inerken merdivenlerden, kendisine şaşkınlıkla bakan gözleri görmeden… Gülüverdi oğlu, “Anne yine mi babamı çağırıyorsun? 18 yıl oldu, 18! Her şeyi unutuyorsun da Tanju’yu bir unutamadın yahu!” dedi biraz hiddetle.
Yemek yiyip yemediğini bile unutmaya başlamıştı annesi. Bazen oğlunu da hatırlamadığı oluyor, yerli yersiz sorular soruyordu;
“Çocuğun var mı?” demişti bir seferinde.
Galip sakince;
“Var anne, iki tane” diye cevap vermişti. Süreyya Hanım yanındaki torununu göstererek:
“Bu kim?” diye sormuştu sonra, cevabını beklemeden de devam etmişti:
“Karnıyarık yapmam lazım akşama, Tanju çok sever. ” Sonra mutfağın yolunu tutmuştu.
Yıllar önce kendisini aldatan adamı terk etmiş, bununla kalmamış, başka bir şehre göç etmiş, yepyeni bir hayat kurmuştu çocuklarının yanında ama bunama başlayınca eski duyguları depreşmiş, büyük aşkla evlendiği Tanju’sunu anmadan bir gün bile geçiremez olmuştu. Hayatının neredeyse son yirmi yılını annesini mutlu etmeye, acılarını hafifletmeye adamış oğlu Galip için bu durum katlanılamaz hâle gelmişti. Kendisini bile zaman zaman unutan annesi, hayatlarını zindan eden çok sevgili eşini hatırlamadan edemiyordu. Şimdi de ışıl ışıl parlayan yeşil uzun abiye elbisesini, topuklu siyah ayakkabılarını giymiş, üşenmemiş yakut siyah küpelerini takmış, titreyen ellerine aldırmadan odasında sakladığı şişeden iki kadehe şarap doldurmuş, nazik nazik merdivenlerden iniyordu, Tanju’sunun kendisini beklediğine tüm kalbiyle inanarak…
Hatalarını affettirecek bir Tanju kalmamıştı artık bu dünyada. Annesine bunu bir kez söylemişler, fakat hiç bir tepki alamamışlardı. Süreyya Hanım uzunca bir süre sessiz kalmış, sonra da:
“Saat kaç? Tanju eve geç kaldı.” deyivermişti ölüm haberinin verilmesinin ardından. Bunun üzerine çocukları duruma dair tek bir kelime daha etmemişlerdi. Belli ki Süreyya Hanım için ölüm yakışıklı Tanju Bey’ine asla uğrayamazdı.
Galip isteksizce gömüldüğü koltuğundan kalktı, son iki merdiven kala annesini kolundan tuttu. Vermemek için direndiği kadehleri elinden zorla aldı, “Anne her yeri ne hale getirdin!” diye yüksek sesle bağırarak merdivenlerin her basamağına damlamış olan şarap lekelerini gösterdi. Küçük bir çocuk gibi büzdü dudaklarını Süreyya Hanım, gözleri doldu:
“Ama” dedi, “Tanju istemişti, bugün evlilik yıldönümümüzü kutlayacaktık.”
Galip hiddetle:
“Hay senin Tanju’na da…” derken sustu. Tarihi düşündü: 1 Eylül 1955… Annesiyle babasının evlendikleri gün. Nasıl olmuş da annesi unutmamıştı bugünü? Elindeki kadehleri masanın üzerine bırakıp annesini usulca kendine çekti, uzun uzun sarıldı. Annesi bu sarılmalara kayıtsız kaldı, yine unutmuştu Galip’i. “Dünya bir yana Galip bir yana” cümlesini dilinden düşürmeyen o cefakar kadın çekti kendini oğlundan, uzun uzun baktı yüzüne. Galip irkildi bu bakıştan. “Anne” dedi, “Tanju Bey yok, biz varız…”
“Tanju Bey” diye usulca tekrar etti annesi:
“Mali müşavir Tanju Bey.” “Patlıcan al Galip akşama, Tanju Bey sever, karnıyarık yapayım.”
Galip, yeşil pullu elbiseli, bol makyajlı emekli hemşire Süreyya Hanım’a gülümsedi:
“Alırım anne.” dedi. “Sen güzel yaparsın karnıyarığı, babam da çok sever.”
Bu cevaba çok sevindi Süreyya Hanım, sanki günlerdir beklediği sözcüklerdi bunlar. Kendini torununun yanındaki boşluğa bıraktı Galip’ten kurtulup. Oturduğu koltuktan düşecek gibi oldu, yakaladı torunu, sevgiyle gülümsedi ona:
“Galip” dedi, “deden için pazara gidip patlıcan alacak, akşama yemek yapacağım, sen de geç kalma.”
Sonra yumdu gözlerini… Ömrünün ikinci yarısını çalıp giden, hep kahrettiği adamın adını sayıklayarak göçüp gitti bu dünyadan Süreyya Hanım. Masada kendisine bakan iki kadehteki şarap kırmızı kırmızı titredi Galip’in sesiyle: “Anne! Anne!”
Harika bir anlatım okurken tüm detaylar gözünüzün önünden geciyor . Buruk bir tebessümle okudum . Ruha dokuna güzel bir yazı . Tanjusuna kavuşmuştur umarım 👏👏😌
Çok naziksiniz Ermin Hanım, çok teşekkürler güzel yorumunuz için 🥰🎈