Başkalaşım

 Baş habisim sesleniyor derinlerden.

 Bir tanımı yok yalnızlığın.

 Yalnızlığımın. Adı… Biçimi… Sesi… Kokusu… Belki. Uzaklaşmalıyım. Geleni gideni, gireni çıkanı belirsiz bin odalı ev kafam. Her odasında davetsiz, yüzsüz misafirler. Gel demeden gelenler, git desem de gitmeyenler. Burada gizlenmiştir diye düşünüyorum baş habisin içime giren sesindeki anlamı. Soğuk tuvalet kapağına aniden oturur gibi irkiliyorum. Çiş yaparken bile korkuyorum. Korku değil aslında. İnsanım ben. Yazık ki. İnsan için en iyisi doğmamak ama doğduysa en kısa zamanda ölmek. Başka bir yol mümkün ama. Hissediyorum.

 Başka.

 Başka.

 Baş-ka.

 Bam.

 Pat pat.

 Pata pat pat.

 Öleceğini bilerek yaşamak zorunda kalmayan canlılar geçiyor gözlerimin önünden. Alaycı, küçümser, biraz da durumuma üzülüyorlar gibi. Peşlerine takılmamı istiyorlar. Onlardan biri olabilmenin yollarını gösteriyorlar. Tuvalet kâğıdı ayaklarımdan başlayarak dolanıyor bedenime, lavabonun içindeki diş fırçası boğazıma kadar giriyor, tırnak makası kökünden sökercesine tırnaklarıma saldırıyor, bağırmaya çalıştıkça ses yerine köpük köpük sabun çıkıyor ağzımdan. Hepsini biz bulup uydurmuşuz. Uydurdukça mutlu olmuşuz(!) İnsanlığa faydalı icat diye şeyler var. Hep onlara sahip olmayı ummuşuz.

 Bizi gidi sahip çıkmayı unutup sahip olma dürtüsüyle avunan mutlu küçük mucitler bizi!

 Bizi gidi insan türü bizi!

 Evet.

 Bam!

 Pat pata pat.

 Öleceğini bilerek yaşamak zorunda olmayanlar geçmeye devam ediyor gözlerimin önünden.

 İnsanlar.

 

 Kafamdaki katran siyaha boyarken varlığımı, kirli sepetine takılıyor gözüm. Kış gelmeden baharı göremezsin. Her gecenin sabahı vardır. Boktan sözcükleri kirlilerin arasına sallayıp karıştırmaya başlıyorum. Kıpırdıyor. Nefes aldıkça sallanıyor içim. Bir hapşırsam atacağım içimden. İstemiyorum. Hapşırma ihtimalini aklıma getirmek istemiyorum. Kafamı kirli sepetine daldırıyorum.  Kestiremiyorum kim daha kirli… Kokular arasında ayırt etmeye çalışıyorum bir şeyleri. Biraz daha… Ekşi kokular geçiyorum, acı kokular, acılı, ekşili kokular geçiyorum. Gözlerim kapalı. Tüm çirkin kokulara katlanıp dibe doğru uzanıyorum. Çürümüş insan-lık kokusu dayanılacak gibi değilse de biliyorum, şimdi çıkarırsam kafamı vazgeçmiş olacağım.

 Dayanıyorum.

 Bam!

 Pat pata pat pat.

 Çam kokuları gibi, baharda açan nergisler gibi, deniz kokusu gibi. Sepette kafam… Yetmiyor. Kollarımla, gövdemle, bacaklarımla giriyorum içine. Yetmiyor. Nefesini duyuyorum kendimin. Nereye varacağımı bilemezsem de bir yere varacağım. Hissediyorum. Duramıyorum, durduramıyorum. Dönüşsüz bir yolculuk… Tanıdık geliyor kokular yıllar öncesinden. İnsanlar koku. Olaylar koku. Zaman koku. İyi koku. Kötü koku. Ait olduğum türümü, kirli sepetinde bırakıp gövdemin üstünde bir hayvan kafasıyla çıkıyorum. Daha önce hiç görmediğim tanımsız yer. Boşluğun dayanılmaz huzuru.

 Tek sıra halinde geçiyoruz insanların içinden.

 Pat pata pat!

Yorum bırakın