“Kim var orada, hoşşşşttt hoooşştttt, heeeeyyy kimsin, pıışttttt!”
Gördüğü in miydi cin miydi; insan mıydı hayvan mıydı bilmeden ardı ardına bağırdı Musa. Elindeki fenerin ışığı anca on on beş adım ilerisini aydınlatıyordu. Gerisi karşı yolun cılız ışığında belli belirsiz, ama daha çok karanlık kalıyordu. Ne gördüğünden emin değildi, üstelemeye de cesareti yoktu; “Aman yine sokağın arlanmaz köpeklerinden biri girmiştir siteye.” diye korktuğunu kendine bile belli etmemeye çalışarak güvenlik kulübesine geri döndü. Televizyonun ışığı kulübeyi aydınlatıyordu, Musa’nın sonunu pek nadir getirdiği programlardan biri açıktı. Masada demi bol çayı, soğudukça daha da kararmıştı sanki, kraker döküntülerinin yanında öylece duruyordu. Gecenin bu kör vakti kimsenin gelmeyeceğine adı kadar emin olarak koca gövdesiyle kanepeye kıvrıldı. Bu kadar kocaman bir adamın kıvrılması ne kadar olabilirse o da o kadar kıvrıldı.
Uykunun derininde, kanepede sağdan sola döner gibi rüyadan rüyaya geçerken sabırsız bir korna sesiyle, koca bir insana yaraşır gürültüde kanepeden düştü. On dört numaradaki Mine Hanım mıydı o? “Ayyyy Musa Bey kusura bakmayın, ya anahtarı kaybettim herhalde, çocuklar düşürdü sanırım, bulamıyorum, bu saatte komşuları da uyandırdım kesin!” diye açıklamaya girişen Mine Hanım -kesin sövüyor adam bana- diye geçirirken içinden; Musa da “Olur mu Mine Hanım, estağfirullah.” diyerek kelime haznesinin dehlizlerinden çıkardığı tüm küfürleri ediyordu arka planda. Anahtarı boynuna taksa da kaybetmese, her gün her gün aynı şey diyordu içinden, ama dışarıdan olabildiğince gülen yüzüyle bariyerin düğmesine bastı. Dağılan uykusu, sabahın verdiği üşümeyle boş boş bakıştı kulübenin içiyle. Birkaç saate nöbeti bitecekti, gider evinde uyurdu.
Güvenlik üniformasını çıkarmış, dolaba asarken Recep’in seslendiğini duydu.
“Musa Abiiii, abiiii. Yeni güvenlik, eski-değil-yeni. Gelmeyecek bu gece. Korkmuş, korkmuş karanlıktan, soğuk demiş karanlık gece. İstememiş eski-değil-yeni güvenlik ama olmamış burada. Mutlu değil. İsteme…”
“Anladım Recep anladım, gelmiyor adam bu gece. Eeee?”
“Orhan Bey dedi ki gelsin bu gece, ışık yok, gece, Orhan Bey dedi, yönetici. Gelsin gece Musa, kimse yok, eski-değil-yeni güvenlik yok, gelsin Musa idare etsin.”
Musa’nın cevabını beklemeden arkasını dönüp yola koyuldu Recep; o da biliyordu mecbur tamam diyecek. Ekmek almaya gidecekti, elindeki koca listeyi sıkı sıkı tutmuştu. Musa ona tekrar seslenince döndü arkasına.
“Lan Recep dün gece ses duydun mu? Arkadaki bloğun oralarda bir ses, hayvan mıydı anlamadım, hırsız filan olmasın?”
“Yok abi, abi Musa. Kulaklarımda ses yoktu, uyudum ben yatağın içinde. Yorulmuş ellerim, ayaklarım. Uyudu gözlerim. Ses yok ses, kulaklarımda”
…
Gecenin gündüze karıştığı işlerde ne uyusa kar etmiş sayar insan kendini. Musa da evde uyuduğu yarım yamalak uykuyla dinlendim sayıp kendini, gece vardiyasına geri döndü. Üstündeki monttan sıyırmadan kendini, kulübenin de sıcağına alışmadan bir tur atsam dedi, aldı feneri eline. Sitenin o başından bu başına döndü durdu. Arabaların arasına, taşları tamir edilen otoparkın arka köşesine yığılmış kumların etrafına, çocuk parkının ötesine iyice baktı. Ne aradığını bilmese de bir önceki gecenin izlerinin peşindeydi kendi bile farkında olmadan. Burada nöbet tuttuğu onlarca gecenin birikmişliğiyle ezberlediği her köşeyi taramış dönmek üzereyken aynı çıtırtı. Soluğunu tuttu, kalbi ağzında… Kıpırdamaya korktu, kaç dakika öyle bekledi bilinmez ama geçen her saniyede ses ona daha da yaklaşıyordu. Yaklaştıkça da daha görünür oluyordu.
Güvercin miydi? Kuş, kuş bu ama saksağan? Yok. Karga herhalde. Karga geceden daha kara olunca seçmesi de zor oldu Musa için. Ama yaklaştıkça emin oldu. Zifiri bir karga. Kanatları yokmuşçasına bir kedi gibi usulca yürüyerek Musa’nın ayak dibine geldi. Yan yan bakmaktan başka çaresi olmayan karga, bakışlarıyla Musa’nın korkusunu katlıyordu. Sonra döndü, yine ağır ağır yürüdü, birkaç adımda bir döndü, Musa’yı süzdü. Gelip gelmediğini kontrol ediyor, gelsin istiyor gibiydi. Cesareti gövdesine zıt, gerisin geri ardına bakmadan kaçtı. Kulübeye girer girmez de kapıda pencerede kaç kilit varsa kökledi, yetmedi soba deliğini, o da yetmedi su giderini tıkadı iyice. Kanepede kendi soluğunun çıkardığı ince sesten bile korkar hâlde bekledi.
Daaaat, daaaat.
Pencereyi açmadan Mine Hanım’ın ne dediğini anlayabiliyordu artık.
“Musa bey gerçekten çok özür diliyorum ya. Biz yine kaybettik bulamıyorum, size zah….”
Bu sefer suratından ettiği küfürler kelimesi kelimesine belli olan Musa düğmeye bastı, araba ilerliyorken birkaç metre sonra durdu. Arabadan inen Mine elinde ne olduğu anlaşılmayan bir şeyle ilerliyordu. Güvenlik kulübesine emanet bırakmayı severdi, yine ne getirdi acaba diye düşündü Musa, kilit üstüne kilit eklediği kapıyı açmaya çalışırken.
Kapıyı açar açmaz simsiyah, tüylü, ne olduğu belli olmayan şeyi eline verip “D blokta Hülya var ya, yarın sabah alacak. Rica etmişti de, teşekkürler.” deyip cevap beklemeden kendi kendine hızlıca konuşup gitti Mine Hanım. Musa ise elindekinin ne olduğuna inanamadan donakalmıştı. Karga. Simsiyah, tüylü, yan bakan oyuncak bir karga. Deliriyorum herhalde diye düşündü aklından şüphe ederek. Kulübenin kendine en uzak yerine koyduğu oyuncak karga, bahçenin arkasında gördüğü takip edilmek istenen karga… Kanepede korkuyla titrerken koca gövdesi, en nihayetinde sızdı kaldı.
Birkaç gün gündüz vardiyası, birkaç gün izin derken korkusu hafiflemiş, gerçek mi rüya mı emin olamamalar başlamış, Musa yine gece vardiyasına gelmişti. Yıllardır burada çalışmaktan ezbere yaşadığı hayatını, rolünü çok iyi ezberlemiş bir tiyatro oyuncusu gibi aynı ahenkle sürdürürken arka bahçede yine kargayı gördü. İsmiyle müsemma kara karga Musa’nın ayak dibinde arzıendam ediyor yan bakışlarıyla gel diyordu. Bu sefer geri adım atmadı. Ağır ağır düştü karganın peşine. İnsana güvenilmeyeceğini iyi bilen karga yine birkaç adımda bir ardına bakıyor, Musa’yı kontrol ediyordu. Musa da mahcup mahcup geliyorum der gibi bakıyordu kargaya.
Bloğun arkasında, iki duvarın kesiştiği yerde, içe doğru bir yükselti vardı şimdi, Musa’nın daha evvel fark etmediği. Karga da oraya doğru ilerledi, tümseğin ortasındaki küçücük delikten içeri girdi ve gözden kayboldu. Musa sağa baktı sola baktı, ne yapacağını şaşırdı. Karga hala uzatmış kafasını geliyor mu diye kontrol ediyordu.
“Yok artıııık, masalına beni kahraman seçerken koca gövdemin oradan geçip geçemeyeceğini hesap edemedin mi kara karga?” diye söylendi ama karga direniyordu. Musa akıl erdirme çabalarını çoktan rafa kaldırmış olarak küçük deliğe doğru eğildi, önce bakmaya çalıştı bir şey göremedi. En sonunda ayağını içeri doğru uzatmasıyla güçlü çekime kapılması bir oldu. Küçük delik koca Musa’yı yuttu.
…
Musa nereden düştüğünü anlamadan bir kapının önüne düşüverdi. Sanki o küçük delik bizim koca Musa’yı doğurmuştu. Önüne düştüğü kapıyı çalmaktan başka çaresi yokmuş gibi zile bastı. Kapıyı bir kadın açtı.
“Hayırdır bu saatte? Anahtarını mı unuttun? Hayatım iyi misin? Gel, kahvaltı hazırlamıştım kendime beraber yapalım, Musa? İyi misin?” dedi Musa’nın cenazesini kendi elleriyle çıkardığı, kocasının ketum duruşuna hayret ettiği, gencecik yaşta ölüp çocukları yalnız kaldığı için içten içe üzüldüğü B blok 16 numara Nilgün Hanım.
“Musa mı? Hayatım?”
“Dünkü filmin etkisinde kalırsın demiştim sana, izledin o saatte, gel hadi.”
“Sen gir, bir şey unuttum geleceğim ben.” demeyi becerdi en sonunda Musa. Ne yapacağını bilemedi. Kendini apartmanın dışına attı. “Ama yoooook artık!” diye bağırdı, güvenlik kulübesinin karşısındaki bloktaydı. Dondu kaldı ama donmak zamanı değildi. Koşarak kulübeye gitti, tanımadığı biri vardı. İçeride belki tanıdık bir şey bulurum diyerek göz attı hızlıca, köşede oyuncak karga aynen onun koyduğu şekilde orada duruyordu. Tövbe Yarabbi, tövbe Yarabbi, Allah’ım aklıma mukayyet ol, diye söyleniyordu. Geldiğim yeri belki tekrar bulurum diyerek karganın onu götürdüğü deliğin olduğu yere koştu ama nafile. Değil delik, tümsek bile yoktu oralarda. Çaresiz “karısının” yanına gitti. Daha birkaç saat önce Musa’yı yolcu ettiği her hâlinden belli, kendi kendine hararetle bir şeyler anlatan yeni tanıştığı karısını dinliyordu. Evin duvarlarında çocuklarıyla fotoğraflarının olduğu çerçeveler, dolapta gezdikleri yerlerden magnetler, düğün fotoğrafları salonun baş köşesinde… Yeni tanıştığı karısını dinleye dinleye kahvaltısını yaptı bir güzel. Sonra kendinin bile hiç beklemediği soruyu sordu bir anda.
“Eeee çocuklar kaçta gelecekler?”
…
“Aman be bok vardı da bir anda bıraktın işi de kaçtın Musa salağı, kaldım bi başıma, gece ayrı bekle gündüz ayrı.” diyerek sesinin duyulmasından hiç çekinmeden elindeki feneri hızlı hızlı sağa sola sallayıp duruyordu Ömer. Bir an önce her yere bakıp kulübenin sıcağına gitmekti amacı ama aniden bir çıtırtı duydu. Hızlı hızlı hareket eden bir karartı gördü. Ne olduğunu anlayamadan bağırdı sesin geldiği yöne:
“Kim var orada, hoşşşşttt hoooşştttt, heeeeyyy kimsin, pıışttttt!”