Güney Kore sinemasının gözde yönetmenlerinden Park Chan-wook’a, Cannes’da en iyi yönetmen ödülünü kazandıran Ayrılma Kararı (Decision to Leave) filmi kara mizahtan aşka, polisiyeden gerilime, kısaca her başlığa kısa kısa dokunan bir yapıt. Başarısı bu kadarla da sınırlı değil. Dünya çapında farklı ülkeler ve kategorilerde 155 adaylığın 73’ünü kazanmış.
Peki bu başarılı filmin altında yatan hikâye ne?
Busan’da dedektif olan detaycı, takıntılı derecede titiz, hafta arası şehirde tek başına hafta sonları ise başka bir şehirde eşiyle yaşayan, hayattan beklentisi sadece çözülmemiş vakalar üstüne kurulu, yaşam sevincini yitirmiş Hae Joon, dağa tırmanan bir adamın cesedinin bulunmasıyla vakanın oluş nedenini, intihar, cinayet ya da kazada ararken Seo Rae ile tanışır. Maktulün eşi Seo Rae, Çin’den Güney Kore’ye kaçak gelmiş, ölen kocasından şiddet görmüş, yaşlılar evinde hemşire olarak çalışan, duru ve masum bir güzelliğe sahip. Tüm bunlara rağmen kocasının vakasında baş şüpheli. Fakat kadının baş şüpheli olması, evli Hae Joon’un, Seo Rae’ye ilgi duymasına engellemez ve filmin kurgusu bunun üzerine kurulur. Daha ilk günden Seo Rae, Hae Joon’un gelişen takıntılı ilgilisini sezer ve bunu kendi lehine kullanır. Jung’un “anime-animus”u gibi Hae Joon ve Seo Rae da birbirlerinin idealize edilmiş taraflarıdır. İkili yakınlaştıkça Hae Joon’un vaka üzerindeki görüşleri de gölgelenir. Vaka intihar olarak kapatılınca, Seo Rae, Hae Joon’a yardımcı olmak adı altında tüm delil sayılabilecek şeyleri izniyle yok eder. İlişkileri zamanla gelişir ta ki Hae Joon, bir tesedüf eseri, Seo Rae’nin cinayeti işlediğini öğrenene kadar.
Filmin başından bu noktaya kadar Hae Joon’un alt benliği-id (Seo Rae’ye duyduğu saplantılı ilgi), süper egosuna-üst benliğe (görev ve eşine duyduğu sorumlulukları) yavaş yavaş üstünlük kurar. Cinayeti işleyenin Seo Rae olması, Hae Joon’un duygularını örselemez ve id zaferini ilan eder: Hae Joon olayı aydınlatmada keşfettiği tek kanıt olan telefonu Seo Rae’den yok etmesini ister ve kadını tutuklamaz, sadece terk eder. Böylece filmin ilk yarısı sonlanır.
Burada bir dip not düşmek gerekir. Seo Rae, femme fatale (ölümcül kadın) karakteridir. Kısaca özetlemek gerekirse erkek kahramanı baştan çıkaran bu karakterler, erkek karakterin kontrolü kaybetmesini sağlar. Fakat film boyunca Seo Rae’nin işlediği suçları bilsek de ona kızamayız, yargılamayız. Bu da yönetmen ve senaristlerin ince işçiliğinden kaynaklanır. Film boyunca etik değerlerin ne olduğunu, kötünün ve iyinin gerçekten kelime anlamlarıyla sınırlı kalıp kalmadığını sorgularız. Kimi zaman suçluya hak verdirir film bize ya da iyinin bir noktada toksik olabileceğini düşündürtür.
Filmin ikinci yarısında, Hae Joon, eşinin yaşadığı şehre taşınır. Burada kısaca eşinden de bahsetmek gerekir. Jeong-ahn, Seo Rae’nin tam anlamıyla zıttıdır. Fen bilimleri kökenli olması ve işi nedeniyle -her ne kadar Hae Joon’a düşkün olsa da- genelde seks, duygu gibi konulara daha mantıksal bazen de geleneksel çözümlerle yaklaşır. Örneğin bir sahnede onlarca narı ayıklarlarken görürüz karı kocayı. Jeong-ahn’a göre nar, kadınsal hormonları onarır. Bir başka sahnede de kaplumbağa ekstraktı içmenin erkek hormonlarını orta yaş kriz karşı korumada yardımcı olduğundan bahseder. İlişkide çocuk olmaması da her ne kadar açık ve net işlenmese de bir sorundur. Hae Joon ve eşinin iletişim ve ilişki sıkıntılarının olması, Hae Joon’u, Seo Rae’ye iten nedenlerden biridir.
Filmin başından beri uykusuzluk çeken Hae Joon, Seo Rae’yle ilişkisi sırasında bu problemi aşsa da kadını arkasında bırakması ile sorunu tekrar baş gösterir. Tek sorunu artık bu da değildir, vicdan azabı yakasını bırakmaz. Peki gerçekten ayrılmış mıdır Seo Rae’den? Ayrılmak, sevmemek midir, çok sevmek mi yoksa sadece vazgeçiş mi? “Ayrılma kararı”nı, veren Hae Joon mudur? Belki de Seo Rae…
Hae Joon, eşiyle apzar alışverişindeyken karşısında Seo Rae’yi ve ikinci eşini görür. Artık detektif Seo Rae’yi değil o dedektifi takiptedir. Tarih tekerrür eder ve Seo Rae’nin ikinci eşi, bu sefer evlerinin havuzunda ölü bulunur. Hae Joon’un düşünmesine bile gerek yoktur, katil önündedir. Fakat yine kadını tutuklamaz. İkili defalarca yüzleşir. Ve sonunda sevgisini itiraf eden taraf Seo Rae’dir, intiharından hemen önce. Hae Joon intihar edecek olan, burada nasıl olduğunu değinmiyorum, kadına yetişemez. Seo Rae bir karar vermiştir hem yaşamdan hem de Hae Joon’un hayatından ayrılır, ebediyen.
Ayrılma Kararı filmi tamamıyla ileriye doğru akmaz. Yer yer geriye dönerken yer yer daha ileriye götürür seyirciyi. Bazı sahnelerde karakterleri hem anda hem de düşüncelerinin ya da bakış açısının ait olduğu yerlerde aynı anda görürüz. Kısaca film daha ilk sekanstan sizi bir labirente sokar ve çıkışa kadar her köşede dolaştırır.
Film, gösterilenin ötesinde semboller, metaforlar ve psikolojik altyapı olarak da kuvvetli ögelere sahip. Filmin genelinde dağ, sis, deniz kelimeleri kullanılmış. Burada Seo Rae deniz gibi gizemli, çekici, öngörülmeyenken Hae Joon, dağ gibi kararlı, zorlu, yıkılmazdır. Dağı aşındıran ise ancak dalgalar olabilir, tıpkı Seo Rae gibi. Sis ise yer yer şarkılarda yer yer de filmde önümüze çıkar. Sis burada ana karakterlerin içlerinde yaşadığı karmaşayı ve bilinmezliği sembolize etmektedir.
Bir diğer dikkat çekici öge de Hae Joon’un gözüne sık sık damlattığı gözyaşı damlasıdır. Hae Joon, damladan sonra detayları görmektedir. Kameranın kullanımı da burada bize anlamamız için yardımcı olur ve gözlerin önemi ayrıca vurgulanır. Kimi zaman ölünün merceğinden, üstünde sinekler gezerken dünyayı görürken bazen de gözler kamera olur.
Bunların yanı sıra genelde altyapısı güçlü tüm filmlerdeki gibi ayna, yansıma gibi görüntüler filmde oldukça sık kullanılmıştır. Filmde kullanılan turkuaz ağırlıklı renkler, ki genelde soluk renkler hâskimdir, ön plana çıkmaktadır.
Filmin sonlarında geçen bir replikle bitirmek istiyorum yazımı. Öyle ki bize iyiyi, kötüyü, aşkın ne olduğunu, nerede ne zaman başladığını veya bittiğini düşündürten ve filmi tekrar başa sarıp izlememize, sonuçta da açık bırakılan yerlerin anlam kazanmasına olanak sağlayan bir replik:
“Sevdiğini söylediğin an, aşkın bitti. Seninki bittiğinde, benim aşkım başladı.”
Filmi henüz izlemedim ama yazıda o kadar akıcı anlatılmış ki, bu haftasonu ne izleyeceğimiz belli oldu.