-Lütfen bu yazıyı aç karnına okumayınız, yemeklerden sonra bünyenize alınız.-
Yaz akşamlarımıza renk katan Avrupa Kupası’nda bu kez öncekilerden farklı olarak eğlenceli bir yarış daha var. Hiç fark ettiniz mi?
Taraftarlar, ellerindeki pankartlarda, ülkeleriyle özdeşlemiş bir yemek ile rakip ülkenin meşhur bir yemeğini karşılaştırıp bunun üzerinden birbirlerine sataşıyorlar.
Gayet eğlenceli bir tribün atışması değil mi? Hem kültürel bir paylaşıma da olanak tanıyor.
“Neymiş yahu svíčková?” diyen meraklı damaklar, bu bahane ile belki de en güzel seyahatin, lezzet peşinde yapılan olduğunun ayırdına varıyor.
Bana göre seyahat, gidilen ve görülen yeni yerler kadar, orada tadılan yeni yemekler demek. Keşfetmenin dayanılmaz cazibesi mekân ve zamanla olduğu kadar koku ve tat ile de artıyor.
Yerel malzeme ve tekniklerle ustası tarafından hazırlanmış yemekleri “yerinde” yedikten sonra, sağda solda yenilende hep bir eksik bulunuyor elbet. Yan masadan tuzu size uzatmalarını isterken “Nerelisiniz?” sorusunun ortaya atılıp sohbeti başlatması ise işten bile değil.
Yabancı bir ülkede yeni insanlarla tanıştığınızda, Türkiye’den geldiğinizi duyunca size daha özel bir dikkatle bakmaya başlarlar. Ne de olsa çok merak edilen, masal tadında, oryantal ile modernin karışımı, bambaşka güzelliklerin bir arada olduğu bir ülkeden geliyorsunuz. İster istemez yemeklerden konu açılıyor, belki de yıllar önce yaptıkları İstanbul seyahatinden.
Yemeğin kendisini de servisini de dünyaca meşhur misafirperverliğimizle, hakkını vererek yapıyoruz. Fakat yabancı dili ve buna bağlı olarak da dışa açılmayı bir türlü öğrenemiyoruz. Belki de bu yüzden, sınıfın az imkânı olan, ancak zeki ve sempatik bir öğrencisi gibiyiz. Köşemizden herkese gülümsesek, tanıyanlar tarafından çok sevilsek bile, bir türlü kozamızı yırtamıyor, çıkıp kendimizi uluslararası platformlarda hakkıyla ifade etmekte zorlanıyoruz. Bunun tam böyle olmadığını ispat edercesine şahane işler yapan çok yetenekli şeflerimiz var neyse ki.
Lezzetler konusunda da kim hangi yarışmayı yaparsa yapsın, bu topraklardan geçerken iz bırakmış o kadar farklı medeniyet ve onların leziz mutfakları var ki bu yüzden bana göre en zengini Türk mutfağıdır. Kebap deyip geçmek sadece cahillik göstergesidir.
Maça gelince;
Kaymaklı fıstıklı baklava, kremalı elmalı turtayı da bir zahmet yensin ama, öyle değil mi?
Sonrasında şu geçen bahsettiğim kapsalon önümüze çıkarsa onu zaten, dönerimiz ile üzeriz, dert değil…