Yaşam, hakikat sanrısına dönüşen, bir başkasının gölgesinden ibaret bir sirayet.
Aklın karşıtıyla anlam bulduğu, yaşamın ölümle var olduğu, özün kalabalığa uyumsuzluğu, sınırların tekinsizliği çoğu zaman. Çoğunluğun rengiyle uyuşma telaşı, insanların birbirine görünmeyen bağlarla mahkûmiyetinin sağır kuşu, kanatlarını sırata saklayan. Özgürlüksüz.
Yalnızlığın eksiksizliği ve içindeki saadet, ölümün zahir provası.
Bir bedene kaftan diker gibi baht biçer insan kendine.
İnsan, her kalabalığı balkan, her yalnızlığında kör kuyu sanır yaşamı. Uzunca yazılmış o şiirden aklında kalan bir kaç yakışıklı söz gibi, tek başına anlamsız, başka cümlelerde de anlamını yitiren.
Anın yanılgısına esirdir mutluluk, rüyası bulanık, arızi. Oysa gerçeği cam gibi berraktır acının, kesiği daimi. Marazalı bir zihin gibi, birbirine geçişleri hızlı, perdeleri ipek tülden ve geçirgen.
Acı ve sevinç; gecenin dördü gibi, sabaha yapyakın, bir dönse arkasını geceye daha da yakın.
Önü piraye arkası leyla. Karanlığın içkinliği, ışığın sahipsizliğine sebep.
Her ülkenin göğü böyle, her şehir aynı ve herkes birbirinin izini taşır, mecburen, izinsiz.
Pera’nın güneşli balkonları, aynı balkonların küf kokan simsiyah boşluğunda yankılanan martıların acıyan sesi, bir an çocuk kahkahasına bürünür. Çünkü ruhunun meyli aklının kaderidir
Zihin durmayan bir tahterevalli. Yer ve gök, sırasıyla. YER-GÖK. Aksak sandığımız döngünün düzensizliğinin akıl almaz intizamı.
Acının özdeki iktidarı yaşamın cansuyu, mutlu anların acıya her dem mağlubiyeti bile bozmaz bu dengeyi.
Ölümle randevunun gizli cazibesi, insanın bir çeyiz gibi musallaya sakladığı hazineleri, hevesleri, hiç bir şehre sığdıramadığı aydınlığı ve karanlığı var.
İnsanın reddettiği gerçeği ve benliğinin keskin çemberi bir ömür boyunca çarpışır, ama her ıssızlığında kalabalığa karışmanın şifasında arar kendini. Varoluşun en sahir sırrı .