Not Defterime Yansıyan Sylvia Plath, bir çeşit dijital karalama defterine Sylvia Plath’ı anlama yolculuğunda düşülmüş kısa kısa notlardan oluşan bir yazı dizisi. Tutulan her not, görece ham, ancak Plath’ı anlama yolculuğunda üzerine dikkatle düşünülesi alıntılar ve yorumlar içeriyor. Bu notları kaleme alırken aralarında “birbirini içeriksel ve sistematik bir şekilde takip etmeli” şeklinde bir kaygı gütmüyorum. Her not daha sonra daha uzun ve derinlikli denemelere dönüştürülmek üzere bir müsvedde. Dolayısıyla birbirinden bağımsız -fakat Plath’ı anlama yolculuğunda bütünü tamlayan- parçalardan oluşuyor. Ayrıca notların her birine içerdiği alıntı ve yorumlarla bağlantılı taslak bir başlığı var. O hâlde başlayalım!
***
Kendine Ait Sese Sahip Olma Arzusu
Kendi sesine sahip olma ve bu sesi simgeleştirebilme, kendini bir bütün olarak her yönüyle kabul edebilme, en belirgin ihtiyaçlarından biriydi Sylvia Plath’ın; Günceler’indeki (1998) şu satırlardan da anlaşılacağı gibi:
“İçimdeki kadının bu yanı, somut, şimdi ve burada varolan yanı (…) bunca yıldır tanımadığım, küçümseyip yadsıdığım bu kadın şimdi gelip alay ediyor benimle, hem de en güçsüz olduğum anda (…) Güçlü olmalıyım, uykuda güçlü, zekâda güçlü (…) [Fakat] zeki ama yalnız kadınların damarlarındaki o sonul buruk limon ekşiliğinden koru beni, Tanrım (…) hâlâ gencim. (…) yaşama yeniden başlamak için geç değil. (…). Ah, sesimi yeniden bulabilsem” (s. 154, 159, 244)
Ve Ariel ve Seçme Şiirler’de (2016) yer alan Laleler şiirinde bu sesini bulamama, kendi sesine sahip çıkamama hâlinin üzerinde yarattığı etkiyi şöyle dile getirir (s. 16):
“…
Her şeyin avucumdan kayıp gitmesine göz yumdum,
Adıma ve adresime
İnatla asılmış otuz yaşında bir yük gemisiyim.
… ”
***
İmge Dolu Bir Zihinde Aynalanma İhtiyacı
Günceler‘inden (1998) anlaşıldığı kadarıyla Sylvia Plath, Ted Hughes’un imgelerle dolu zihninde kendini ve kendini aşma imkânını buluyordu:
“Onunla yaşamak, sonsuza dek süren bir öykü dinlemek gibi: kafası bugüne dek rastladığım en büyük, en imge dolu kafa” (s. 183).
Plath’ın bu algısı, Hughes’un yalnızca ozan kimliğinden kaynaklanmıyordu şüphesiz ki. Hughes kendine has bir duyarlılıkla onun içinden söylediklerini duyabiliyor, aynalayabiliyor ve imgeye dökebiliyordu. Belki de bu nedenle Hughes’un Plath’ın ardından yazdığı doğum günü mektupları Plath’ı anlama açısından ayrı bir değer taşır, Doğumgünü Mektupları (2013) adlı eserde yer alan Mavi Flanel Tayyör (s. 74) ve Çizmek (s. 51) şiirlerinde olduğu gibi:
“…
Hayatın yolculuk ettiğin bir gemiydi.
Pahalı bir eğitim donatmıştı seni.
Sponsorlar, komiteler, danışmanlar
Gizleniyorlardı üstündeki boyadan yayılan parlaklıkta
Titriyordun yeni hayatıyla o makinelerin.
O ilk sabah,
Vereceğin ilk dersten önce üniversitede,
Oturmuştun orada kahveni yudumlayarak.
…
Bekliyordun
Kendi çaresizliğini bilerek
Cımbızında seni ölçüp biçen hayatın.”
“Çizmek yatıştırıyordu seni.
…
Nesneler yeni biçimlerine sokuluyor
Sağa sola çekiştirilerek son konumlarına getiriliyordu.
Sen çizerken,
Bir ağırlıktan kurtulduğum(n)u duyuyor, yatışıyordum(n).
…”
***
Çaresizce Başarı İhtiyacı ve Varoluşsal Maliyeti
Sylvia Plath’ın ebeveynleriyle ilişkisi ile akademik performansı arasında iç içe geçmiş bir ilişki vardı. Özellikle de annesiyle ilişkisi oldukça belirleyiciydi. Plath, annesi onu ve kardeşi Warren’ı tek başına, maddi sıkıntılar içinde büyüttüğü için yaşamını çok uzun yıllar sanki ona hiç bitmek bilmeyen bir borcu ödüyormuş gibi ya da ona olabildiğince az yük olmak ister gibi sürdü. Günceler‘inden (1998) anlaşıldığı üzere, aldığı burslarda, elde ettiği başarılarda hatta yazın yaşamında bile bu motivasyonların etkisi belirgindi:
“Yaşam cehennemdi. (…) Babam ölmüştü (…) ben baba sevgisi nedir bilmedim, sekiz yaşından sonra kan bağıyla bağlı olduğum erkeğin hiç eksilmeyen sevgisini tatmadım (…) annemse hiçbir yoksul kadının çalışmaması gerektiği gibi çalışıyordu (…) çalışmak zorundaydı. (…) Hem çalışmak, hem anne olmak, tek bir tatlı ülserli topun içinde hem erkek, hem kadın olmak. Pintilik ediyordu. Kıt kanaat geçiniyordu. Aynı eski paltoyu giyiyordu. Ama çocukların üstlerine uyan yeni okul giysileri, ayakkabıları vardı. (…) Dürüstçe, bütün mutsuz yüreğiyle o iki küçük masum çocuğa kendinin hiçbir zaman sahip olamadığı sevinç dünyasını verebilmek için çalıştı. Berbat bir dünyası vardı. Ama çocukları, çalışarak, bursa hak kazanarak, kendi paralarının bir bölümüyle okula gittiler, ülkenin en iyi okullarına” (s. 330-331).
Belki de bu nedenle Boyunayım başlıklı şiirine de yansıdığı üzere, kendini dallarının özgürce serpilmesini coşkuyla karşılayan bir ağaç gibi duyumsayamadığı bir yaşam sürmüştü çoğunlukla; ve sınırları olabildiğince çizili. En özgür olduğu yer tam da kendi kişisel devrimi olan Ariel şiirleriydi.
“…
Ben kökünü toprağa batırmış bir ağaç değilim
Taşları ve o ana sevgisini emen
Bu yüzden büyüyemiyorum parlak yapraklara her nisan,
Bir çiçek tarhının güzelliği de olamadım ne yazık ki
…
Benimle karşılaştırılırsa, ölümsüz sayılır bir ağaç
Ve bir çiçek o kadar uzun boylu değildir belki, ama kalkışmanın anlamını bilir,
Bense ömrünü bir ağacın, cesaretini istiyorum bir çiçeğin.
Bu gece, yıldızların o sonsuz incelikte ışıkları altında,
Ağaçlarla çiçekler serin kokularını serperlerken havaya.
Aralarında yürüdüm, hiçbiri farkıma varmadan.
Uykuya dalmadan düşünürüm de bazen
Ben de onlar gibiyim aslında
…”
***
İçinde Yaşanılan Çağın Acısıyla Acılanma
İkinci Dünya Savaşı ve soykırım yıllarının gölgesinde geçirdiği çocukluk ve gençlik döneminde, yakın ve uzak çevresinde olup biten tüm o çılgınca ve saldırganca şeyi derinden duyumsayan, acısını duyan ve ortaya koyduğu eserlerde tanıklık ettiği devrin tüm o kötücül yüzüyle hesaplaşan bir şair ve yazardı Sylvia Plath. Günceler‘inde (1998) dönemsel olaylar karşısında gösterdiği içsel, duygusal reaksiyonların kayıtları vardı:
“Zaman zaman geri plana itilebilen zihinsel korkum şahlandı, mide boşluğumdan yakaladı beni; kahvaltı etmemi engelleyen fiziksel bir bulantıya dönüştü. Şunu kabul edelim: korkuyorum, korkuyorum ve donmuşum. (…) Tümüyle durdurmak istiyorum bu olanları, bütün bu anıtsal kaba saba şakayı, iş işten geçmeden. Ama şiirler, mektuplar yazmak pek işe yarar gibi görünmüyor. Büyük adamların tümü de sağır; tabanlarına kösele çakılı çizmelerle sokakta yürürken çıkardıkları hafif gıcırtıları işitmek istemiyorlar. (…) Tüm bunlar biraz çılgınca görünüyor. Sanırım ben de öyleyim (s. 30-31).
Öykülerinde de bu tanıklıkların izlerini bulmak mümkündü. Örneğin Johnny Panik ve Rüyaların Kutsal Kitabı’nda (2012) yer alan Gölge öyküsünde, sanki Günceler‘indeki duyguları tamamlarcasına şöyle yazar:
“Dünyadaki kötülük olgusuna alışıktım ama, bu kadar kalleşlik boyutunda yayılmasına hazır değildim. (…) Aklımdaki gölge dünyanın bize ait olan yarısını karartan geceye uzamıştı ve bunun da ötesinde; yeryüzünün tamamı bir karanlığın içine gömülmüş gibiydi” (s. 385, 389).
Çocukluktan itibaren yaptığı çizimler de onun dış dünyaya ve onu oluşturan her bir öğeye yönelik duyarlılığının iç dünyasıyla nasıl buluştuğunu ve yankılandığını dışa vururdu.
Kaynakça
Antoloji (b.t.). Boyunayım. https://www.antoloji.com/boyunayim-siiri/ adresinden 8 Ağustos 2024 tarihinde alındı.
Hughes, T. (2013). Doğumgünü mektupları (Ş. Altınel ve R. Margulies, Çev.). Yapı Kredi Yayınları.
Plath, S. (1998). Sylvia Plath’ın günceleri (T. Hughes ve F. McCullough, Yay. Haz.) (Ş. Karadeniz, Çev.) Oğlak Yayınları.
Plath, S. (2016). Ariel ve seçme şiirler (Y. Eradam, Çev.) Kırmızı Kedi Yayınları.
Plath, S. (2012). Johnny Panik ve rüyaların kutsal kitabı (O. Boynudelik, Çev.). Kırmızı Kedi Yayınları.