Oyun

 Okulun bahçesindeki büyük ağacın altında oturuyordu. Burası her zamanki yeriydi. Teneffüslerde bu büyük ağacın altında oturup oyun oynayan çocukları izlerdi. Bu ağaç sanki dünyadan çok uzakta bir yerdi. Kimsenin onu görmediği, kimsenin aksayan ayağıyla dalga geçmediği, uzak ve korunaklı tek yer.

 Firuze aslında okulu çok seviyordu. Her sabah heyecanla uyanıp önlüğünü giyer, annesi uzun kumral saçlarını ördükten sonra babasını beklerdi gitmek için. Okulu eve çok uzak değildi. Evin iki alt sokağındaydı. Yürüyerek rahatlıkla gidilebilirdi. Tabii ki bu diğer çocuklar için geçerliydi. Firuze’nin doğuştan çıkık olan sol ayağı ona tüm yolları uzak hâle getiriyordu. Bu yüzden babası her sabah arabayla bırakırdı onu okula, dönüşlerde bazen yürümek durumunda kalırdı ama şikâyetçi değildi. Öğretmenlerinin çok sevdiği, akıllı, başarılı bir öğrenciydi. En sevdiği ders Türkçeydi. Birde kitap okuma saatleri vardı ki iple çekerdi o saatleri. Öğretmenin sınıfa dağıttı hikâye kitaplarını herkesten önce okuyup bitirir bir yenisini daha isterdi. Firuze öğretmenlerinin gözdesi, anne ve babasını biriciği; hala, amca, dede ve ninesinin göz bebeğiydi. Fakat okuldaki, mahalledeki çocukların görmek istemediği, dışladığı, çoğu zaman alay ettiği yalnız bir çocuktu. Teneffüs zilleri onun için korku çanlarıydı. Koşarak bahçeye inen çocukların arasından yavaşça ilerleyip, bahçede ayakta beklerdi bir süre. Bir umut diğer çocuklar oyuna alırlar belki diye. Oyuna almayacaklarını bilirdi bilmesine ama yine de beklerdi. Hepimizin yüreğindeki o bel kileri beklediğimiz gibi. Kimse onu oyuna davet etmeyince bahçedeki büyük ağacın altındaki yerini alır, oyun oynayan çocukları izleyip hayaller kurardı.

 Bir gün yine teneffüste ayakta beklerken yan sınıftaki uzun boylu kız eliyle Firuze’yi işaret ederek “Hey sende oynamak ister misin?” deyip alaycı bir gülüş atmıştı. Firuze çok heyecanlanmıştı. “Tabii oynarım.” deyivermişti. Uzun boylu kız “Ama biz taşa çıkmaca oynayacağız. O sakat ayağınla koşabilecek misin?” demişti. Firuze’nin gözleri buğulanmıştı. Kırılmıştı bu söze ama çocuk kalbi unutmaya meyilliydi. “Koşabilirim.” demişti. Uzun zamandır bu koşuyu beklediği belliydi. Ebe olarak Firuze’yi seçmişlerdi. Çocukların her biri çil yavrusu gibi bahçedeki taşların üzerine dağılmıştı. Oradan oraya atlayıp Firuze’nin kendilerini yakalamasını bekliyorlardı. Taştan inen bir çocuğun peşine takılıp koşmaya gayret etti. Aksayan ayağı onu epey zorluyordu ama pes etmiyordu. Tam çocuğu yakalayacağı sırada uzun boylu kız Firuze’yi sırtından itip yere düşürdü. Firuze’ye bakıp hep bir ağızdan “Sakat, sakat, sakat!” diyerek gülüşüyorlardı. Firuze’nin dizi yaralanmıştı, kanıyordu. Bu görünen yarasıydı. Görünmeyen o ilk yarası kalbinde açılmıştı. Diğer tüm yaraların eşlikçisi olacak o ilk yara küçük kalbini çok acıtmıştı. Ayağa kalkıp büyük ağaca doğru ilerledi. Altına oturdu. Ağlamaya başladı.

 Firuze’nin babası o gün okula biraz erken gelip onu çıkışta yeni açılan bir kitapçıya götürmek için kapıda bekliyordu. Tüm yaşananları o zaman görmüştü, okulun aralık duran bahçe kapısından. Yüreği burkulmuştu. Firuze’nin ayağının tedavisi için biraz daha para biriktirmesi gerektiği için bekleyen babası, kızının yaralı dizini, dökülen gözyaşlarını görünce tedavinin en kısa zamanda başlaması gerektiğini anlamıştı.

 İlkokulun en güzel dönemlerinde Firuze’nin zamanın büyük bir bölümü hastanelerde geçmişti. Bir dizi ameliyat, uykusuz geceler, acılı pansumanlar ve iğne saatleri derken bir yerlerden tutunarak yürümeyi yeniden öğreniyordu. Zorlanıyordu. Acı çekiyordu. Pes etmiyordu. Firuze koşmak istiyordu, bisiklete binmek, ip atlamak ve diğer tüm oyunların içinde olmak. Yürümeyi öğrenmek Firuze’nin yıllarını almıştı. Zorlu, acılı günleri kitap okuyarak, derslerine çalışarak geçirmişti.

 Yıllar geçmiş, Firuze  güzel bir genç kadın olmuştu. Yine çok başarılı, çalışkan ama artık kendinden emin, tüm oyunların içinde olan bir kadın. Çocukluğundaki tek arkadaşları olan kitaplarını hiç bırakmamıştı. Meslek sahibi olup parasını kazanmaya başlar başlamaz okulların kütüphanelerine kitap desteği yapmaya başlamıştı. Sırada mezun olduğu ilkokul vardı. Kitapları kolilemiş, okul müdürü ile görüşmek için haberleşmişti. Okula geldiğinde bir garip hissetmişti. Ders saatiydi. Bahçe sessizdi. Şöyle bir bakındı etrafına. Büyük ağaç hala yerindeydi. Eskisinden daha da heybetli, daha da sağlamdı. Gözleri nemlendi. Hızlı adamlarla okul müdürünün odasına gitti. Kitap kolilerini kapıdan alıp gelen görevliye sıcacık gülümseyip, müdürle biraz sohbet etmişti. Gitme vakti geldiğinde teneffüs zili çalmıştı. Sessiz bahçe çocuk cıvıltılarıyla dolmuştu hemen. Bahçeye çıktı. Bir sürü çocuk gruplar hâlinde farklı oyunlar oynuyorlardı. Ayakta bir süre çocuklara baktı. “Ne tuhaf! Hiçbir şey değişmemiş gibi. Her şey çocukluğumda bıraktığım gibi.”  dedi kendi kendine. Çocukluğunu arada bir süre bahçede. O büyük ağaç yapraklarını sallayıp kendisini çağırıyordu sanki. Ağaca doğru yürüdü. Yıllardır görmediği bir dostunu görmüş gibi sevindi, hüzünlendi. Ağacın altında bir çocuk oturuyordu. Tıpkı yıllar önce onun yaptığı gibi etrafa bakıyordu. Yanına oturdu. “Merhaba.” dedi. Çocuk da başını çevirip  “Merhaba.” dedi. Firuze, “Neden sende onlarla oynamıyorsun?” diye sordu. Esmer oğlan çocuğu kara gözleriyle Firuze’ye bakıp “Oyun oynarken çok heyecanlanıp, sürekli düşüyorum. Baksana dizlerim, kollarım hep yara. Arkadaşlarım da öğretmenimizin beni onların düşürdüğünü düşünüp onlara kızdığı için beni oyuna almadılar bugün.”

 Firuze’nin boğazı düğümlenişti. Çocukluğu yanında oturuyordu. Kalbindeki o ilk yara sızladı. Derinlerde olması sızlamasına engel değildi. İçerlerde bir yerlerde yeniden kanamaya bile başlamış olabilirdi. Çocuğu dikkatlice baktı. Gözünden akan birkaç damla yaşı eliyle sildi. Gülümsedi. “Olsun. Bence sen yine de gidip onlarla oynamalısın.” dedi. Çocuk Firuze’ye dönüp “Ben de oynamak istiyorum ama yine düşüp oyunu kaybetmek istemiyorum.” dedi. Firuze, “Kaybedebilirsin. Düşebilirsin. Ama tam tersi de olabilir değil mi? Önemli olan oyunun içinde olmak. Bir köşede oturup izlersen oyunun keyfini nasıl çıkarabilirsin. Hadi kalk. Katıl aralarına. Düşersen de düş. Yeniden kalkarsın.” diyerek sıkıca tuttu çocuğun minik ellerini. Çocuk Firuze’ye gülümsedi. Kalktı ve oyun oynayan diğer çocukların arasına karıştı. Firuze yine o koca ağacın altında oturuyordu. Bu defa oyunun içinde var gücüyle koşan bir kadın olarak.

 

 

Yorum bırakın