Bir Hollywood Klasiği: Casablanca

 Hollywood’un en ikonik filmlerinden biri olan Casablanca, düşündüren ikilemleri ve büyük bir başarıyla ilettiği siyasi göndermeleriyle bugün bile akıllarda yer ediniyor. İlk gösterimini 1942 yılında yapan, Michael Curtiz’in yönetmenliğini gerçekleştirdiği film, 1943 yılında üç dalda Oscar almayı başardı. Tüm zamanların en iyi aşk filmi olarak seçilmesine karşılık II. Dünya Savaşı sırasında geçen Casablanca, pek çok siyasi mesaj taşıma özelliği gösteriyor.

 Casablanca kelime olarak “beyaz ev” anlamına geliyor. Günümüzde Fas’ın batısında yer alan bir liman kenti. Şehrin filmdeki önemi, ABD’ye kaçış için önemli bir durak olması. Anlaşıldığı üzere Casablanca savaştan kaçan farklı milletleri barındıran kaotik bir şehir.  Film boyunca; Rus barmen, Rick’in yardım ettiği Bulgar çift, fesleriyle yer yer görünen yerel halk, Almanlar, Fransızlar, Amerikalılar ve daha birçok farklı ırktan karaktere rastlanabilir. Mekânımız, Rick’in gece kulübüdür. Rick’in eski sevgilisi Ilsa ve Çek direnişçisi olan eşi Victor Laszlo, kaçış için diğerleri gibi soluğu Rick’in mekânında alır. Film boyunca tanık olacağımız ikilem başlamıştır. Rick yıllar önce Paris’te aşk yaşadığı Ilsa’yı karşısında görünce ne yapacaktır? Victor’un ölmesine izin mi verecektir? Yoksa eşi görülmemiş bir fedakarlıkla çiftin kaçmasına yardımcı olup sıkışmış bulunduğu aşk ve erdem ikileminden ahlaki bir zaferle kurtulmayı mı deneyecektir?

“Play it, Sam. Play As Time Goes By.”

 Akıllara kazınan o meşhur replik gelir. Sam tekrar çalmakta, iki eski aşık birbirlerini fark etmektedir. Casablanca aslında pek çok klişenin doğuşuna yol açmıştır. Ilsa’nın parlayan gözlerine, Rick’in içerken gösterildiği karanlık sahnelere sonradan farklı filmlerde de rastlamak mümkün. Filmin sonuna kadar Rick’in zorlu ikilemine tanıklık etmemizin yanında onun bir anti kahraman olduğunu düşünme eğilimine girebiliriz. Yine de son sahnede Rick’in erdemi aşka tercih etmesi yanıldığımızın göstergesi oluyor.

Paris’e Sahip Olmak ve Yüzleşme

 Casablanca’nın belki de en çarpıcı sahneleri, yapılan Paris flashbackleri oluyor. Ilsa, Rick’e yıllar sonra gerçekleri anlatıyor. Kocasının toplama kampında öldüğüne inandığı sürede Rick’le aşk yaşayan Ilsa, trenle Paris’i terk edecekleri gün kocasının hayatta olduğunu öğrenmesiyle Rick’e verdiği sözü tutmuyor. Yıllar sonra ikili yüzleşiyor. Devamında Ilsa’nın arada kalmışlığına şahit oluyoruz. Bir an için kocasından vazgeçiyor ve Rick’i bir daha bırakmak istemediğine karar veriyor. Fakat bu sefer de Rick doğru olanı yapma arzusu duyuyor. Anlıyoruz ki Rick ve Ilsa birlikte olamayacaklarsa bile her zaman Paris’e sahip olacaklar. Anılar bir şehrin siyah beyaz görüntülerinde, trenlerinde, top seslerinin arasında birikiyor. İkili dünya harabeye dönerken suçlulukla yaşadıkları aşkın anılarını hayatlarının devamında taşımak üzere Casablanca’dan çıkıp yollarına ayrılıyorlar.

La Marseillaise ve Gerçek Gözyaşları

 Filmle ilgili ilginç bir gerçekte Victor’un Nazilerin marşını, La Marseillaise Fransız marşıyla bastırdığı sahnenin yapaylıktan oldukça uzak olması. Bu sahnede gördüğümüz figüranların gözyaşları aslında gerçekmiş. Oyuncuların gözleri özgürlüğün hissettirdikleriyle dolarken bizlere unutulmaz bir sahne yaratılmış. Burada da görüldüğü gibi Casablanca yer yer sezdirilen, bazen de simgelenen Nazizim karşıtlığını içinde barındırıyor.

Aşk ve Erdemler

 Üzerinde durulabilecek iki seçim süreci gösterilir. İlki ve ön planda gösterileni Rick’in, Ilsa ile birlikte olmak yerine kaçmalarını sağlamasıdır. Eline geçen fırsatı kullanmayan Rick sayesinde Victor kurtulmuştur. Rick finalde bu kararıyla bir anti kahraman olma özelliğinden sıyrılabilmiştir. Flashbacklerden gördüğümüz diğer ikilemse Paris’te Ilsa’nın başına gelmiştir. Victor’un yaşadığını öğrenince Victor ve Rick arasında bir seçim yapması gerekir. Oyuncu Ingrid Bergman da yönetmen Michael Curtiz de bu seçimin sonucunu bilmemektedir. Bu bilinmezlik Ingrid Bergman’ın gözlerinden okunur ve duyguları gerçekçi kılar. Çıkarılabilecek sonuç şudur: Casablanca biraz da feda etmek kavramı üzerine kurulu bir filmdir. İzledikten sonra kendinizi karakterlerin yerine koyar ve düşünmeden edemezsiniz.

Amerika ve Fransa Dostluğu: “Louis, I think this is the beginning of a beautiful friendship.”

 Son olarak izlediğim sırada karakterlerle ilgili önemli bir nokta daha ilgimi çekti. Klişelerin aksine karakterler daha gerçekçi, çok yönlü işlenmiş. Sonuna kadar yalnızca iyi veya yalnızca kötü diyebileceğimiz biri yok. Pek çoğunun yüzeysel olmaktan çıktığını ve kendi hikâyelerine sahip olduklarını görebiliriz. Özellikle de filmin sonuna doğru Renault’da açıkça fark ettiğimiz karakter gelişiminden, başta Rick olmak üzere diğer karakterler de payına düşeni alır. Final şaşırtıcı olduğu kadar içimizi rahatlatan bir sahne barındırır. Polisler görünür ve Renault’nun Rick’i koruduğunu fark ederiz. Ardından meşhur replik gelir. İşte bu güzel bir dostluğun başlangıcı olmaya adaydır.

Yorum bırakın