Soul Kitchen, Alman-Türk yönetmen Fatih Akın’ın hem yönettiği hem de senaryosunu başrol oyuncularından Yunan asıllı Alman aktör Adam Bousdoukos ile kaleme aldığı, 2009 yapımı bir komedi filmi. Film, ilhamını Bousdoukos’un, bir zamanlar Akın’ın da düzenli müşterisi olduğu Taverna adlı bir Yunan meyhanesinin sahibi olarak yaşadığı deneyimlerinden alıyor. Genelde kamerasını, sosyal gerçeklere değinen, söyleyecek sözü, bir derdi olan ve aynı zamanda hayat üzerine düşündüren filmlere çeviren yönetmen, Soul Kitchen ile Almanya’nın en farklı şehirlerinden Hamburg’daki yaşamı, çoğu filminin aksine çok hüzünlü olmayan ve hatta oldukça komik bir hikâyede mükemmel bir şekilde tasvir ediyor. Üstelik Akın, filminin sanat filmi ya da gişe filmi olma kaygısı taşımadığını da o kadar cesur bir şekilde gözler önüne seriyor ki belki de bu özgür tavrının da katkısıyla Soul KitchenVenedik Film Festivali’nde Jüri Özel Ödülü’ne layık görülüyor. Bu filmi, yönetmenin Duvara Karşı, Yaşamın Kıyısında gibi filmleriyle kıyaslayıp hayal kırıklığına uğrayan sinemaseverler çoğunlukta olsa da ben azınlıktaki yerimi alıyorum. Fatih Akın’ın, iyi müzik, renkli bir atmosfer, basit mesajlar, sempatik klişelerle dolu, fazla derinlere inmeden de ruhu olan bir film yaptığını düşünüyorum. Ve ben de bir klişenin dışına çıkıp yazımın sonunu bekleyemeden, kendisini ve yetenekli oyuncuları gönülden tebrik ediyorum.
Şimdi biraz Spoiler zamanı.
Çok kültürlü grunge bir estetiği benimseyen Akın, hikâyeyi Almanya’nın Hamburg kentinin pis bir banliyösünde, işçi sınıfından müşterilerin nispeten ucuz, yağlı ve doyurucu yiyeceklerinden hoşlandığı depo bir restoran olan Soul Kitchen’da kuruyor. Mekânın sahibi ve işletmecisi olan Yunan göçmeni Zinos’un (Adam Bousdoukos) etrafında dönen absürt olaylarla şekillenen film, durum komedisi mizahından, tesadüflerin iç içe geçmesinden ve sanki uyumsuz karakterlerin birbirleriyle yollarını kesiştirmekten keyif alıyor. Film, bir restoran işletmenin sanıldığı kadar kolay ve renkli(!) olmadığını Zinos’un trajikomik hayatıyla gözler önüne seriyor.
Durum, Zinos’un kız arkadaşı Nadine (Pheline Roggan) Şangay’da bir gazete işi alarak kariyerini ilerletmeye karar verdiğinde daha da zorlaşıyor. Bir yandan uzaktan bir ilişki yürütmeye çalışan Zinos, bir yandan da restoranı geliştirmeye çalışıyor. Tam bu esnada kendini çok beğenmiş bir gurme şef olan Shayn’i (Birol Ünel) işe alıyor. Soul Kitchen’ın müdavimleri isyan ediyor, fakat şans eseri onların yerini yan taraftaki dans okulunun öğrencileri alıyor ve Shayn ile hem restorandaki hem de filmdeki hava bir anda daha da güzelleşiyor. Birol Ünel, girdiği her role başka türlü bir karizma kattığını bir kez daha kanıtlıyor. Ve bir anda mekân, eski müşterilerini kaybetmekten korkmayan cesur şefin yardımıyla lüks bir mutfağa sahip olurken bir yandan müzisyenlerin prova yaptığı ve müşterilerin dans ederek eğlendiği sıcak bir atmosfere bürünüyor. Tüm bunlar yaşanırken bir yandan Zinos’un bir hırsız olan kardeşi Illias’ın (Run Lola Run ve The Baader Meinhof Complex filmlerinin yıldızı Moritz Bleibtreu) şartlı tahliye edilmesiyle hikâye daha da karmaşık bir hâl alıyor.
Zinos’u, Soul Kitchen’da kendisine sahte bir iş vermeye ikna etmesiyle de bambaşka hayatları ve karakterleri olan abi kardeş arasındaki bağın ne kadar kuvvetli olduğunu görüyoruz. Hele beraber bir dans sahneleri var ki aynı sahneyi en az üç defa başa sarıp izlemiş olabilirim. Bu arada, Fatih Akın bu filmi abisi Cem’e ithaf ediyor. Hazır dans demişken müziğin bu filmdeki yeri inanılmaz büyük. Zaten Fatih Akın filmlerine aşina olanlar, yönetmenin müzikle olan ilişkisini çok iyi bilirler. Ruth Brown, Burning Spear, Artie Shaw, Isley Brothers ve Kool & the Gang gibi sanatçıların yanı sıra rembetiko ve Yunan soul müziğinden de cömertçe faydalanması, filmin enerjisini her an yüksek tutuyor. Uzakta bir sevgili, sorumsuz bir kardeş ve hafif çılgın bir aşçıya ek olarak bir de restoranın bulunduğu binayı satın almaya kararlı etik dışı bir emlak spekülatörü olan okul arkadaşı Neumann (Wotan Wilke Möhring) tarafından taciz edilmesi de engellerin sürekli cirit attığı bu hikâyede hiçbir zaman sakin bir sekans olamayacağını izleyiciye en keyifli şekilde gösteriyor.
Filmin formüllere dayalı ama sıcak bir üslupla yazılmış bir senaryosu var. Evet, klişesi bol olabilir ama çok katmanlı olay örgüsüyle birlik olmanın ve zoru başarmanın erdemlerini ince bir dille yüceltmeyi başarıyor. Ve bunu son derece tuhaf karakterlerle yapıyor. Yaşlı bir denizci, coşkulu bir grup rock müzisyeni, iradeli bir garson (Anna Bederke) ve yalın oyunculuğuyla göz dolduran bir fizyoterapist (Dorka Gryllus) gibi. Bu karakterler ve çok daha fazlası hem beklenen hem de beklenmeyen sonsuz şekillerde etkileşime giriyor. Zinos’un bulaşık makinesini tek başına kaldırmaya çalışırken diskinin kayması üzerine, filmin fiziksel komedi unsurları devreye giriyor. Ve Uğur Yücel’i “Kemik Kıran Kemal” olarak gördüğümüz o kısacık sahne ile film taçlanıyor. Soul Kitchen, restoran sağlık müfettişlerinden vergi tahakkuk memurlarına kadar Alman bürokrasisini komik bir dille eleştirmek için bile ara ara fırsat yaratmayı ihmal etmiyor. Aşka Ruhunu Kat biraz abartılı bir çeviri olsa da bizi aşkın birkaç hâline şahit ederken her koşulda gülümsetmeyi beceriyor. Zinos, iyi huylu bir pasaklıdan tutkulu bir şefe dönüşürken görüntü yönetmeni Rainer Klausmann da klasik kung fu filmlerine saygı duruşu niteliğindeki yemek pişirme sahnelerini gözler önüne ustaca seriyor.
Soul Kitchen, ismiyle The Doors’a, tagline’ı ile John Lennon’a, tarzıyla Guy Ritchie’ye selam çakıyor. Ve damakta, tıpkı Shayn’in bir gece hazırlayıp ziyaretçilerine ikram ettiği afrodizyaklı tatlı gibi etkisi çok uzun sürmeyen ama izlerken son derece keyif veren bir tat bırakıyor. Ben de John Lennon’un o meşhur ve anlamlı sözünü buraya bırakıyorum: “Hayat sen başka planlar yaparken, başına gelenlerdir.” Ve son olarak bu yazı ile canım Birol Ünel’i sevgiyle anıyorum.