Haberlerim Var

 Bugün ne yazayım diye düşürken zihnimin gözleri hiç ama hiç yaşamadığım bir hayali gördü. Hayal diyorum ama özellikle belirteyim iki dakikalık bir zamana sığmış değildi sanki bu. Belki de ışık hızıyla uzandım bu yolculuğa.

 Günler, seneler hatta galiba yüzyıllar katlanarak aktı gitti o anda. Düş gücümün renklerine tezat hemen her gün mutlaka siyah giydiğim elbiselerimin yerine, yine uzun ve rahat, mintan yakası ile ispanyol tarzı bollukta kolları sırmalarla işlenmiş bir kostüm üstümde, değişime uğramış dümdüz beyazımsı gri saçlarım, belimdei safran renkli uçsuz bucaksız bir yerde yürürken tam rengini size anlatamayacağım bir şemsiye de elimde. Havada hasret kaygısı, bende imkânsız cesaretin algısı hâkimdi.

 İleride bekleyeduran arabamsı bir şeyden inen kısa boylu adamın -galiba- etrafına bir anda onun gibi saydam insanımsı bir şeyler üşüştü. Buranın yıldızı da bu herhâlde diye düşündüm kısa esrarengiz “adam” için. Ben eskimişim onlarsa yepyeniydi.

 Ben mi eksik kalacağım, diyerek daldım aralarına. Herkes bir şeyler söylüyormuş gibi ağzını açıp kapıyor ama sesler yok ya da kayboluyor buranın havasında.

 Hiç bilmediğim, duymadığım, okumadığım bu uçsuz bucaksız yerde bir müddet sonra garip işaretlerle iletişim kurmaya başlıyoruz bu cinsiyetsiz gibi görünen varlıklarla. Ben geleceğe, onlar geçmişe takılıp kalmışız gibi. Ya da ben böyle hissettim.

 Hem geveze hem de dillerinin kekemesi durumu var bende.  Aklımdan geçen sözler aynen şöyle; biz geçmişteki anılarımızı hatırlar hatta yaşarız zaman zaman. İyi günleri ise siler bu defter diye kafamı işaret ediyorum.

 Yaşadığımız büyük acıları yaşlanınca küçültürüz diyorum. Şaşkın şaşkın önce bana sonra etrafına bakıyorlar sadece.

 Bu olmadı galiba lafı değiştireyim diye düşündüm ama daha zor meseleler geldi hep aklıma. Teknoloji, haberleşme, iklim , dolar, avro , siyaset desem neresinden tutup anlatacağım. Ben bile takip edemiyorum ki.  Neyse, imkansız cesaret diye bahsettim ya, tam başladım anlatmaya anlam veremediğim bir karışıklık da başlarda bunlarda. Aman yanlış anlamadınız inşallah herşey güllük gülistanlık anlatılır bizim oralarda. Sizden anlamanızı da beklemedim zaten diyecekken acayip elleri ile havada bir anlat anlat durumu sezdim havada. Çok şey farklı olabilir, beden dillerimiz aynıydı.

 Havayı yakalamışken biraz daha “konuşturayım” bunları dedim.

 “Sizin buralarda insanlık, dostluk, iyilik, kötülük nasıldır?” diye soracakken ilginçtir,  kıyaslanamaz ustalıkla ışık kattılar bedenlerine.  Farklı el ve kollarıyla eğri büğrü bir şeyler çizmeye başladılar havada. Dans ediyorlar gibiydi.  Onlar beni ne kadar anladılar? Darıldılar mı mı? Yoksa neşelendiler mi? Bakın bunu anlayamadım hislerimle.

 Bizim dünyamızda nereleri gezdiniz? Neler gördünüz? Aşk, meşk, savaş, sanat var mı? Yaş kaç sizin? Hepiniz aynı yerde misiniz? Kendimce mıh gibi sorular döküldü ağzımdan. Ben öyle sandım en azından. Cevap olarak “bing bing” sinyalleri aldım sadece.

 “Bunların beynini de on dakikada karıştırdın, onlar sana hiçbir şey soruyor mu?” dedi dünyalı iç sesim. Sonra, ne var ki bunda? İyi kötü yanlarımız olamaz mı? Ben onların merakındayım belki onlar da benim merakımda? Haberim olsun istedim, dedim kendime.

 Sinyaller azaldıkça enerjileri mi düştü n’oldu? Hepsinin yuvası küçük gözleri fal taşı gibi açıldı. Anladılar mı acaba dediklerimi?

 Meydan okur tavırla bize biraz uzak, belki de yakın bir yerden geldiklerini söylerken içlerinden biri, üç parmağıyla gökyüzünün sınırında bir yerler gösterdi. Yer gök genişledi sandım.

 Biz senin geleceğinden geliyoruz, sen de bizim geçmişimizden derken esrarlı kafaları hareket ediyor, esaslı olmayan sesleri de hızlanıyordu. Kem, küm su, dedi biri. Görünmezlik dedi, güneş dedi en çok.

 Ben ona, Ay’dan, yıldızlardan, zamandan bahset, dedim. O da bana;  kıtlık, kuraklık, hayvanlardan diye en kazık soruyu yapıştırdı.

 Cevabımı beklemeden sıkılmış da iç geçirmiş bir nefesle yanımdaki yatağı göstererek hisset, fark et, sev ve düzelt kelimelerini dalgalanan yazıyla üfledi yüzüme.

 Açıkça söyleyeyim ben bu zat-ı muhteremleri pek anlayamadım dostlar. Ya bizden çok şey biliyorlar, ya hiç. Bu meçhuller sürgün müdür nedir? Kafamın içinde kör köstebek fareleri gibi ayar yapmaya başladı beynim.

 Hadi tekrar görüşmek dileğiyle diyerek renkli şemsiyemle yatağımda sıçradığımda zır zır telefonum çalıyordu. Allak bullak açtım.

 Ablam telaşla “Nerelerdesin sen Allah aşkına? Yarım saattir seni arayıp duruyorum. Çatladım meraktan!” dedi.

 Dur be abla, ben nerelerden gelmişim diye anlatsam, atlayıp gelecek şimdi. Sonra doktor doktor koşacağız. Her gün Google’a bakacak. Kardeşim boş ber bunları sen, varlar, yoklar diye anlatacak.

 En iyisi mi “Kaçtım abla kaçtım. Biraz kafa dinlemek için buralardan kaçtım. Sen de kaç arada, iyi geliyor.” dedim.

Yorum bırakın