Mihrevi Bir Düş

 Eminim işitmişsinizdir, dedeler torunlarını evlatlarından daha çok sever. Belki bir şehir efsanesidir bu, belki de gerçeğin ta kendisi, bilemem. Lakin emin olduğum bir şey daha varsa o da ergin yetişkinlerin kucağında büyüyen çocukların ayrıcalıklı birer birey olacaklarıdır. Ebeveynleriniz size koşulsuz bir sevgiyle bağlı olsa da bazen koydukları o katı kurallar ülkesinden kaçıp her daim hoşgörüyle karşılanacağınız bir yere sığınmak istersiniz.  Adaleti, hukuku, özgürlüğü ve büyüklerin ağzından düşürmediği o sıkıcı kelimelerin hepsinin sizin lehinizde olduğu; babaanne ve dede diye adlandırılan meleklerin size emekli maaşlarından bir cennet yarattığı, tontonlar adasına sığınmayı hangi çocuk istemez ki?

 Annenizin şımarıklık diye adlandırdığına dedeniz sevimlilik diyorsa eğer, bu cümledeki anlam bozukluğunu yaratan altı çizili kelime sanırım anneniz tarafından söylenmiştir. Çocukluğunuzu özetleyecek bir paragrafın en afili cümlelerini dedenizden kalma anılarla süslemek istediğinizde geçmişinizin eksiltili cümleleri tamamlanmaya başladığını anlayacaksınız. Yediğim en güzel dondurma çocukluğumda dedemin aldığıydı, diyeceksiniz, şimdi o tadı alamıyorum. Uzunca bir süre aslında dondurmayı o tadı verenin dedenizin yüzündeki tebessüm olduğunu anlayamayacaksınız. Şimdilerde 90’lar diye adlandırılan bir şarkı listesinden herhangi bir parça çalınacak ve siz, ah o eski güzel günler, diyeceksiniz, fonda dedenizin radyosundan yayılan esinti ve gözlerinizin önünden geçip giden geçmişinizi anlatan filmde, gözünüz bir an o tanıdık simaya takılacak. Yılların kırışıklıkları arasından selam veren yumuşak bir gülüş, sabahın yedisine rağmen özenle geriye taranmış parlak beyaz saçlar, güneş lekeleri arasındaki bir çift şirin gözün altında, parlayan ışıltılı bir yüz…

 İşte son bir gündür böyle bir ana takılıp kalmıştı Mihre’nin aklı. Yıllardır onunla beraber aynı yolu yürüyen kişi şimdi hareketsizdi, dinlenmek içinde değildi bu üstelik sonsuz bir uyku içindi. Üniversite okumak için kısa süreliğine bırakıp gittiğini sandığı, beş yıl boyunca yılda sadece bir ay uğradığı bu eski bağ evinde, yanındaki tabutta usulca yatan dedesini uyandırmamak istercesine sessiz bir şekilde ağlıyordu Mihre. Anlamsız mırıldanmalar eşlik ediyordu gözyaşlarına, fırsatım varken onu görmeye gelmedim diyordu boğuk sesler… Karanlık odanın aralanan kapısından içeri giren ışığı gören Mihre, hayır diyordu ağladığımı görmesinler, yoksa saatlerce ayrılmazlar yanımdan ve dedem ile cennet hakkında atıp tutarlar durmadan. Hayır istemiyorum dedi, saklanmalıyım. Kapı aralanıyor ve zaman daralıyordu, saklanabileceği tek yerin tabut olduğunu fark ediyordu Mihre ve hiç korku duymadan süzülüveriyordu, artık parlaklığı azalmakta olan yaşlı ve ruhsuz adamın yanına…

 Kapı aralayan kişi tabutu görüp derince bir iç geçirdikten ve muhtemel kısa bir manevi düş gezisi yaptıktan sonra, yavaşça kapıyı kapayıp karanlığın odayı yeniden koyu renk etekleri arasına almasına izin verdi. Böylelikle yanı başında duran cansız bedene sarılıp ığıl ığıl gözyaşı akıtan bu genç kızı görmemiz daha da zorlaşmıştı. Aradan biraz zaman geçip de sakinleşip nefes almak için tabuttan doğrulan genç kız üzerinde müthiş bir hafiflik hissetmişti. Derince bir nefes aldıktan sonra dedesinin huzur dolu yüzüne bir kez daha bakmak istemişti fakat çığlıkları ona engel olmuştu. Tabutun içerisinde dedesine sarılı bir beden daha görmüştü ve üstelik bu beden oldukça tanıdık birine aitti…  Kendisine. Korkunun daha baskın olduğu bir şaşkınlıkla birlikte zorlukla tutunabilmişti tabutun kenarına. O sırada omzuna dokunan bir elin ağırlığını hissetti ve kulakları o tanıdık neşe dolu ezgiyle kabardı yeniden “Sen misin güzel kızım?” diyordu ses. “Sonunda ziyaretime geldin…”

 Olabilir mi cidden? Birbirine sımsıkı kenetlenmiş iki kalp ölümü bile yenip varabilir mi mucizeler ülkesine? Ölümden sonra bile duyulabilir olur mu sevginin lisanı? Vedalar ne kadar zordur biliriz ama ya veda diye bir şey yoksa ve kalp bunu ezelden beri biliyorsa… Derler ki bu dünyadan ayrılan bir ruh, dünya arşı üzerinde tanıdığı tüm kalplere uğrar olurmuş giderken. En sona kalan ruha bir öpücük bırakırmış alnından. Kimileri sarsılır, kimileri de rüya sanırmış bu anı. Peki ya bizim başımıza gelen neydi? Sarsıntılı bir rüya mı yoksa mihrevi bir düşün yansıması mı…

 

Yorum bırakın