Tozlu bir rafta duran taş plaklar, gramofonun kolunun altında ağır ağır dönerek içinde gizlediği nağmeleri odanın içinde dans ettiriyordu. Tüm anılar kol kola girmiş duvarlarda danslarını gösteriyordu. Yamalı koltuğun yanına rastgele iliştirilmiş tahta tabure ve üstünde emanet gibi duran gaz lambasının ışığı, melodinin etkisiyle sallanarak geçmişin hayaletlerini duvarlarda oynatıyordu. Bir mum yanıyordu; beceriksizce saatlerce izledim ahşap pencerenin pervazında yanan mumu. Alevler, gözlerimin derinlerinde koyu ve yarım kalmış sevdaların sahnelerini izletiyordu…
… tıpkı bugün gibi bir gündü. Sağanak yağmurun altında tanımıştım seni. Yağmur, ikimizin de kalbine dokunuyordu ve ruhumuzu yıkıyordu. İkimiz de sığınacak bir yer arıyorduk. Kaçmaya çalıştığımız yağmurun altında Gri Sokak’ın ortasında çarpışmıştık. Elinde tuttuğun şemsiye, yağmurlu havayla uyumlu siyahlıktaydı. Benim şemsiyem, tüm siyahlara meydan okur gibi sarıydı.
Saçlarından akan yağmur damlaları, yüzünü ıslatırken âşık olmuştum sana. Yüzüme yapışan saçlarımın arasında gözlerimi bulup kilitlemiştin bakışlarını. İşte böyle başlamıştı, yıllar sonra bir taş plağın içine gizlenen sevdamız. Gözlerin benden ayrıldığı vakit, sarı şemsiyeme kilitlenmiştin. Şaşkınlık ve donukluk vardı bakışlarının derinlerinde. Ben sarı ve hayatın renkli rüyalarının içindeyken sen, siyah ve gerçektin. Böyle başlamıştı bizim sevdamız; senin her siyah duvarına karşılık ben renklerimi göstermeye çalıştım sana. Bazen kabul ettin, bazen de ittin. Sen her itişinde benim bir rengim soldu yaralarımdan akarak ama yine de sevdim seni…
Ve sen, tüm renklere inat bir gri rüzgârın arkasından gittin. Arkadan dökülen yağmur bu sefer güneşe denk gelmedi ve seni geri getirecek renkler ortaya çıkmadı. Grinin hayatında yer bulmuştun kendine ve bu sefer ben siyahların arasında kalmıştım. İşte burada solmaya başlamıştı renklerim. Sen siyahların sokağına doğru döndüğünde benim sarılarım solmaya başlamıştı. Yeniden siyahın içinden doğacak o günü bekliyordum.
O yamalı koltukta anılardan kurtulup kendime geldim ve renklerimi düşündüm. Sarı şemsiyem biraz yıpranmış biçimde duvara yaslanmış duruyor ve bana bakıyordu; bana “yeniden doğalım” diyordu. En karanlık ve yağmurlu günde, yeniden tutunalım hayata ve hayallere, tüm siyahlara inat.
İşte o zaman renkler doğacak siyahın kalbinden…