Sömürgeciler: Ebedî Barışın Düşmanları

“Gül gün ile barışmalı, koklaşmalı, söyleşmeli
Kardeş kardeş duruşmalı,

korka korka yaşamak ne”

Hasan Hüseyin Korkmazgil

 Felipe Gálvez’in ilk uzun metrajlı filmi olan Sömürgeciler, Güney Amerika’da yaşayan Ona halkının katliamına ışık tutmaktadır. Şili’nin tarihini kana boyayan Selk’nam soykırımına odaklanan film, bir devletin kendi kanlı elleriyle yüzleşmesini ele almaktadır.

 Beyaz Altın Kralı olarak adlandırılan Menendez, mülkiyeti altına aldığı toprakları yerli halktan korumak için Britanyalı bir teğmen, Amerikalı bir asker ve Şilili bir melezden oluşan 3 atlıyı görevlendirerek yerli halkı kendi topraklarından mülkiyet adı altında süpürmeyi hedefler. Filmin içeriğine girmeden önce sömürgecileri anlamak da önem arz eder.

 Sömür-mek; siŋür- veya simür- “yutmak, hazmetmek” fiillerinden türeyen sömürgecilik, gücün hak yahut adaleti gözetmeden yaptığı sindirme olarak ifade edilebilir. Nitekim Ahmet Arif’in ”Bunlar, engerekler ve çıyanlardır, bunlar, aşımıza, ekmeğimize göz koyanlardır, tanı bunları, tanı da büyü…” diye nitelendirdiği sömürgeciler, yerli halkı sindirip yok etmektedir. Dünyanın dört bir yanında mülkiyetin ezip geçtiği yerli halklar öncelikle insan olarak algılamaktan uzaklaştırılır. Üç atlıdan biri olan Amerikalı askeri Britanyalı teğmene tanıtan Menendez ”Kızılderililerin kokusunu kilometrelerce öteden alır.” diyerek halkı av konumuna düşürmektedir. Film de bu doğrultuda yapılan katliamlar ve sonraki süreç olmak üzere iki yapıda ele alınabilir.

 İlk bölüm süresince yapılan katliamlardan ilki, silahsız ve zararsız bir Kızılderili köyünün basılıp herkesin öldürülmesidir. Hem toplumsal hem de bireysel yapılan her kötülük yalnızca yaşayanlarla sınırlı değildir. Nitekim yaşadığımız coğrafyadan tutun dünyanın dört bir yanına dönüp baktığımızda savaşta öldürülenlerin bedenleri bile var olan öfkeye maruz kalmaktadır. Amerikalı askerin; tek tek ölenlerin kulağını kesmesi cisimleşen öfkenin, kinin ve kötülüğün en büyük göstergelerindendir. Bu öfke, kin ve kötülük sonraki katliamlarda da git gide artmaktadır. Ölümün kıyısında kalan Kızılderili kadına yapılan tecavüz de bu göstergelerden biridir.

 Öte yandan üç atlıdan biri olan Şilili melezin film boyunca bakışlarıyla gösterilmeye çalışılan vicdani sorgulaması, yapılan katliamın gölgesinde kalmaktadır. Britanyalı teğmenin ”Sürekli bana baktığını hissetmediğimi mi sanıyorsun, sakın beni yargılamayı aklından geçirme, şimdi git ve becer onu!”– diyerek Şilili melezin vicdanını, onu kötülüğe ortak ederek susturmaya çalışmaktadır. Vicdan karşısında yapılan bu davranış, akla Saramago’nun Körlük kitabını getirir. Kitapta, dışkı kokusu alan kişiler oraya dışkılarını yaparlar. Yapılan bu edim, bize kötülüğün kokusunu bastırmak isteyenlerin kötülüğe bulaşarak bundan sıyrılabileceğini gösterir. Nitekim Şilili melezin ilk sahnelerdeki ateş etmede yaşadığı kararsızlık, yerini acımasız katliamlardaki ortaklığa bırakır.

 Belirtilen bu ortaklığın en trajik tarafı da Britanyalı teğmenin İskoçyalı olmasına rağmen kendisini İngiliz olarak tanıtmasıdır. Hem Şilili melez hem de Britanyalı teğmen, hem gücü uygulayan hem de bir vakitler bu güce maruz kalanlar olarak ayırt edilebilir.  Duruma göre ezen ve ezilen arasında yaşanılan bu rol değişimini Paulo Freire, Ezilenlerin Pedagolojisi kitabında ”Egemenlik altındaki bilinç, bölünmüştür, kaypaktır, korku ve gü­vensizlik doludur” diyerek film süresince güç olarak gösterilen üç atlının da egemenlik altında olduğunu göstermektedir. Fanon da Yeryüzünün Lanetlileri kitabında ””Sömürgecilik ne düşünen bir makine ne de muhakeme yeteneği olan bir bedendir. Sömürgecilik çıplak şiddettir ve ancak daha büyük bir şiddetle karşılaştığında boyun eğer.”” diyerek her gücün her zorbalığın başka bir güç başka bir zorbalık karşısında failden maktule dönebileceğine değinmiştir. Bu doğrultuda Kızılderililer için güç olarak konumlanan üç atlı, daha büyük bir gücün tahakkümü altında bilinç bölünmesine maruz kalıp korku ve güvensizlik içindedir. Nitekim üç atlının karşılaştığı Albay karşısında yaşadığı korku da bunu yansıtır.

 Albay’la karşılaşma sahnesi; yönetmenin bu sahneye kadar öfkelenen ve gırtlağında bir yumru taşıyan seyirciyi sağaltma amacı taşımaktadır. Albay öncelikle Britanyalı teğmene, aslında İngiliz bir teğmen değil kendisinin İskoç bir er olduğunu ve bunu saklamaması gerektiğini ifade ederek film süresince güç olarak karşımıza çıkan kızıl domuzun da güçsüzlüğü barındıran bir yapıda olduğuna değinmiştir. Ayrıca Albay’ın, Britanyalı teğmenle anal ilişkiye girmesi filmde işlenen suçların bir günah çıkartılması olarak seyircinin gırtlağına oturan yumruyu dışa atmaktadır. Bu sahneden sonra da işlenen daha kanlı katliamlar olmasına rağmen bunları sahnelemek yerine film, hükümet tarafından geçmişle yüzleşme perdesini aralar. Bu doğrultuda filmin ikinci bölümü sayılan katliamdan sonraki sürece geçilmektedir.

***

 Hükümet tarafından görevlendirilen devlet bakanı, Menendez’in evinde yaptığı görüşmede de her ne kadar bunca yıl yapılan Kızılderili katliamları açık bir şekilde sorgulasa da Menendez ve ailesinin takındığı tutum, yapılan katliamın, devletin izni ve onayı olmasa da göz yumması sonucunda olduğunu göz önüne sermektedir. Menendez’in kızı  “Siz kuzeyde siyasetle uğraşırken biz toprakların ıslahı için çalışıyorduk babam gittiği her yerden yaşlanarak döndü.” diyerek yaptıkları katliamın bir etnik temizlik olduğunu aleni ifade etmiştir. Bu aleni ifadenin en vahşi tarafı ise etnik kıyımın, toprak ıslahı olarak içselleştirilmesidir.  

 Menendez ile bireysel görüşen devlet bakanı ise ilk olarak “Şilililer, Kızılderililer ve yerleşimcilerle yeni bir ülke kurmak istiyoruz… Bunun için de barış şart” diyerek geçmişiyle yüzleşen yeni bir ülke vaadinden bahsetse de Marquez’in Yüzyıllık Yalnızlık kitabındaki  “Barış için oluşması gereken şartlar, savaş için oluşması gereken şartlardan daha zordur.’’ sözlerini akla getirir.  Nitekim konuşmanın devamında da Menendez’in   “Siyaseti bırakıp ciddi konuya gel!’’ sözlerine karşın devlet bakanı  “Bu toprakların yönetiminin sizde kalmasını istiyoruz, ancak başkente gelen haberler bunu imkânsız kılıyor. Bizim için imaj, görünüş çok önemli.’’ diyerek dünyanın dört bir yanında olduğu gibi yapılacak olan barışın bir gölgeden, geçmişin kanını örten bir karartıdan başka bir şey olmadığını vurgular.

 Filmin diğer yapıları ele alındığında Western filmlerinin aksine sinematografik ögelerle, sisli dağlar ve uçan güvercinlerle özgürlüğe duyulan hasreti görselleştiren yönetmen, maalesef diyaloglar konusunda çok yetersiz kalmıştır. Film diyaloglardın öte görsel ögelerle tamamlanmaktadır. Nitekim üç atlıdan biri olan Şilili melez gencin ve sonradan kendisiyle evlenen Kızılderili kadının bakışları da bunun bir göstergesidir. Diyaloglarındaki yetersizliğe rağmen alışıldık bir konu, farklı bir yapıyla perdeye yansımıştır. Bu da filmdeki en temel başarıdır.

Yorum bırakın