Dr. Josi

 Ara sokaklarda, bu yapışkan asfalttan önce, afili taş yollar vardı. Köşedeki tekel bayisinin yerinde, eski bir saat tamircisi bulunuyordu. Adam o kadar zayıftı ki ne kadar dar giyinse de kıyafetleri hep bol dururdu. Durmadan yanan sigarası bitse yerine hep yenisini yakıyordu. Daracık dükkânda yığınla saat vardı, içeride saatler dışında her şey emanet duruyordu. Çil çil bakımı yapılmış, temiz olanı da vardı; eskilikten aşınmış, paslanmış olanı da. Ama hepsi çalışıyordu; çalışmayanlar ise tamir ediliyordu. Çok birikmişlerdi, sardalya kutusundaki balıklar gibiydiler. Kitap olsa, adı Çaresiz Sıkışıklık olurdu. Ya da dernek kursalar, adı Sahipsiz Saatler Topluluğu Derneği olurdu. Unutulan, kalabalıklar arasında sıkışan, kaybolan, köşeye atılan herkes gibi… Sesleri, içeride zamanı hissetmenizi sağlıyordu: Tik… tak… Her biri ayrı zamanı gösteren saatler, doğru zamanı göstermiyordu. Zamansızlığın zamanı ölçen göstergelerle kaybolması, varlığına şüphe uyandırması mümkün müydü?

 Adam, beyaz bir önlük giyiyordu saatleri tamir ederken. Manasızdı. Kasap değildi ya da şarküteri elemanı. Belki de kendini doktor gibi hissediyordu: Saat Doktoru Josi… Adamın saat tamiri için kocaman bir masa büyüteci vardı. Masanın altında, tamir ettiği saatin içine yerleştirdiği ufak zımbırtılar için küçük çekmeceleri olan ahşap kutular da… El yapımı kutular, masanın sağında, solunda, üzerinde, çeşitli numaralarla sıralanmış duruyordu. İçlerinden baka baka aradığı parçayı buldu. “Evet, oldu!” dedi. Kısa bir süre içinde önündeki köstekli saati topladı. Sigarasından bir nefes çekti. Takvime baktı, kolundaki saate baktı. Köstekli saati başka bir zamana kurdu. Bütün saatleri de tamir ettikten sonra o zamana mı kuruyordu? Belki ölen eşinin ölüm saatiydi. Belki ölen çocuğunun… Belki de öleceğine inandığı saatti…

 Ayağa kalktı. Hemen karşısında duran aynaya baktı. Önlüğünü yavaşça, buruşturmadan çıkarıp masanın yanındaki dilsiz uşağa astı. “Herkesin dilsiz bir uşağı olmalı, dilsiz bir uşak olmadan…” dedi. Daha iki gün önce, marangoz komşusunun çırağına cilalatıp bakımını yaptırmıştı. Ermeni, Josi’yi tavlada yenince, bozuk saatini tavlayla kolunun altına sıkıştırmıştı. Josi de uşağın bakımını marangoza… Hiç bedava iş yapmadı, alacağını bir şekilde herkesten aldı. Kimseye de borçlu kalmadı. Dükkândan çıkmadan aynaya baktı. Bugün her zamankinden daha bobstil giyinmişti. Kravatını düzeltti. Kruvaze ceketinin omuzlarını ve üstünü bir kere fırçaladı. Aynaya son kez baktı. Kapısında duran levhayı “Kapalı” olarak değiştirdi. Agop, “Vakit geldi mi bre?” dedi. “Geldi Agop, geldi. ” dedi Josi. Dükkânı kilitledi. Yola koyuldu…

Yorum bırakın